1398 Yılına Girerken İran Dış Politikası

1398 Yılına Girerken İran Dış Politikası
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

İran’da resmî olarak uygulanan Hicri-Şemsi takvime göre 1397 yılında (Mart-2018-Mart 2019) İran dış politikasında Hazar Denizi’nin statüsüyle ilgili imzalanan anlaşma, İran-Pakistan sınırında çıkan çatışmalar nedeniyle Tahran-İslamabad gerginliği, Kaşıkçı olayında İran’ın tarafsız kalması, Afganistan Talibanı’nın Tahran ziyareti, Trump’ın Suriye’den çekilme kararı ve ardından da Golan Tepeleri üzerinde İsrail egemenliğini tanıması ve Ruhani’nın Irak ziyareti gibi birçok gelişme yaşanmıştır. Ancak bunlardan birkaç tanesi İran dış politikasını ciddi bir şekilde etkilemiş ve yönlendirmiştir.

ABD’nin İran Politikaları

İran dış politikasını belirleyen en önemli etken ABD’nin İran politikası olmuştur. ABD’nin İran’a yönelik baskıcı politikaları İran’ın dünyayla olan ilişkilerini olduğu gibi uluslararası aktörlerin de İran’la olan ilişkilerinde belirleyici bir rol oynamıştır. ABD bu yönde ilk somut adımını 8 Mayıs 2018’de İran’la yapılan Nükleer Anlaşma’dan çekilerek atmıştır. ABD’nin Nükleer Anlaşma’dan çekilmesi, aynı zamanda İran’a yönelik yaptırımların da tekrar uygulanmasının önünü açmıştır. Ağustos ve Ekim 2018’de İran’a karşı iki büyük ekonomik yaptırım dalgası uygulanmış bu yaptırımlar İran ekonomisine ciddi zarar vermiştir. Ayrıca ABD’nin başlattığı yaptırımlar İran’la sınırlı kalmayıp İran’la iş birliği yapan ülkelere de ekonomik ve ticari anlamda kısıtlamalar getirmiştir.

ABD, İran karşıtı politikalarla iki hedefe ulaşmayı amaçlamaktadır. Birincisi, ABD İran dış politikasını dizginlemek istemektedir. Bu kapsamda İran’ı nükleer faaliyetlerinden, balistik füze programından ve bölgedeki yayılmacı siyasetinden vazgeçirmek istemektedir. ABD’nin İran’a ilişkin ikinci amacı ise petrol ve doğal gaz olmak üzere İran’ı uluslararası enerji piyasalarından dışlamaktır. İran’ın yerinin ABD ve müttefikleri tarafından doldurulması öngörülmektedir. Aşamalı olarak İran’ın Avrupa, Çin ve Hindistan olmak üzere önde gelen enerji tüketicisi ülkelerle olan enerji alanındaki ilişkilerine son vermek ve olası iş birliklerini de engellemek amaçlanmaktadır.

ABD bu amacına ulaşmak için iki yönteme başvurmuştur. Birincisi, İran’a yönelik ağırlaştırılmış yaptırımların uygulanması, ikincisi ise İran’ın siyasi olarak bölgede ve dünyada yalnızlaştırılmasıdır.

Bir yandan ekonomik, finansal, ticari ve enerji alanlarında ağır yaptırımlar uygulayan ABD bir yandan da İran’ı uluslararası arenada yalnızlaştırmak için de aktif diplomasi yürütmektedir. ABD İran’ı çevrelemek ve bölgede zayıf düşürmek için bölgedeki müttefiklerini silahlandırmaya başlamış, İran’a karşı yürüttükleri mücadeleyi siyasi ve ekonomik olarak desteklemiş, İsrail, Mısır dâhil olmak üzere Körfez ülkelerinden oluşan ve “Arap NATO’su” olarak ifade edilen bir güvenlik oluşumunun kurulması için çaba sarf etmiştir. Bu hedeflerini yerine getirmek için son bir sene içerisinde ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo bölgeyi 3 kez (28-29 Nisan 2018: Suudi Arabistan ve İsrail; 5-8 Ocak 2019: Mısır. Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri; 19-23 Mart 2019: Lübnan, İsrail ve Kuveyt), ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton da iki kez (20 Ağustos 2018: İsrail; 6-9 Ocak 2019: İsrail ve Türkiye) ziyaret etmiştir.

ABD aynı zamanda İran’ı uluslararası sistemin dışına itmek için de öncelikle Avrupa ve Ortadoğu ülkelerinden oluşan ve ABD’nin İran politikasını desteleyen daha geniş bir uluslararası koalisyon kurmayı hedeflemiştir. Polonya’nın başkenti Varşova’da “Ortadoğu’da Barış ve Güvenlik” başlıklı uluslararası bir konferans düzenlenmiş ve ABD tüm katılımcıların İran’a yönelik ABD’nin politikalarını desteklemeleri konusunda çağrıda bulunmuştur.

İran-Avrupa İlişkileri

İran’ın dış politikasını etkileyen diğer bir olumsuz olay da Avrupa’yla olan ilişkileri olmuştur. İran’a karşı Amerikan yaptırımları Avrupa’nın İran politikasına da yansımıştır.

Nükleer Anlaşma konusunda ABD’den farklı tavır sergileyerek anlaşmaya bağlı kalan ve İran’ı da anlaşmaya sadık kalması için teşvik eden Avrupa, anlaşmanın yükümlülüklerini yerine getirmekte yetersiz kalmıştır. İran’ın Nükleer Anlaşma’dan çekilmemesi karşılığında ekonomik destek sözü veren Avrupa, sözünü yerine getirememiş ve İran’ın ekonomik çıkarlarını koruma konusunda yetersiz kalması bir yana, İran’daki kendi ekonomik çıkarlarını dahi koruyamamıştır. Avrupa’nın Amerikan politikalarına karşı çaresizliği ve çözüm üretememesi İran nezdinde olduğu gibi uluslararası ortamda da prestij kaybına uğramasına neden olmuştur. Anlaşmaya taraf olan Avrupa ülkelerinin anlaşmada kalmalarına rağmen anlaşmanın işleyememesi Nükleer Anlaşma’nın belirleyici aktörünün ABD olduğunu göstermiştir.

Nükleer Anlaşma konusunda İran’a destek veren ve ABD karşısında söylemsel olarak da olsa İran’ın yanında duran Avrupa ülkeleri, İran’ın balistik füze programı konusunda ABD’nin yanında yer almıştır. Füze programı konusunda ABD’yle hemfikir olduklarını açıklayan önde gelen Avrupa ülkeleri, bu konu hakkında İran’a yaptırımları destekleyeceklerini ve İran’la olası yeni bir nükleer anlaşma yapılması durumunda da ABD’nin de belirttiği gibi balistik füze programını da anlaşmaya dâhil etmeye hazır olduklarını bildirmişlerdir.

Geçen sene Suriye konusunda da Avrupa ülkelerinin tutumu ABD’nin politikalarıyla paralellik göstermişti. 14 Nisan 2018’de Doğu Guta’da sivillere karşı kimyasal silah kullanılması üzerine İran’ın müttefiki Şam rejimine yönelik hava operasyonu kararı alan ABD; İngiltere, Fransa ve Almanya tarafından da destek görmüş rejime karşı ortak operasyon düzenlemişlerdi.

Rusya ile İlişkiler

Nükleer Anlaşma, balistik füze programı ve İran’a yönelik Amerikan yaptırımları konusunda Tahran’ın yanında yer alan Rusya’yla İran arasında bazı konularda ciddi sorunlar yaşanmaktadır. 2011 yılından itibaren Suriye krizinde ortak tutum sergileyen ve Esed rejimine ciddi maddi ve silah desteği sağlayan Rusya ile İran 2013 yılında İran’ın, 2015 yılında da Rusya’nın Suriye iç savaşına doğrudan müdahil olmalarıyla bu iş birliği “taktik müttefikliğe” dönüşmüştür. Ancak ilerleyen yıllarda Suriye konusunda aynı safta yer almalarına rağmen Rusya ile İran arasındaki gerginlik giderek artmaya başlamıştır. Taraflar arasındaki rahatsızlık bazı somut konularda gün yüzüne çıkmıştır.

1) İlki Suriye’nin kuzey bölgeleriyle ilgili olmuştur. Her ne kadar İran, Astana Barış Görüşmelerinin garantör ülkelerden biri olsa da başta Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı olmak üzere İdlib konularındaki kararlar Türkiye ile Rusya arasında yapılan ikili görüşmeler sonucu alınmıştır. Rusya’nın tek taraflı tutumunda ve Türkiye’yle yaptığı iş birliği sonucunda Suriye’nin kuzey bölgelerinin Türkiye’nin kontrolüne geçmesinden Şam rejimi gibi Tahran da rahatsız olmuştur.

2) İran’ın rahatsız olduğu diğer bir konu ise Rusya’nın da aktif çabalarıyla gerçekleşen Rusya-ABD-İsrail-Ürdün arasında yapılan görüşmeler sonucu İsrail sınırında tampon bir bölge kurulması olmuştur. Taraflar arasında sağlanan uzlaşma neticesinde Haziran 2018’den itibaren İran ve Hizbullah güçleri İsrail sınırından uzaklaştırılmış, o bölgelere Rus askerî polis güçleri yerleştirilerek İsrail’in güvenliğinin sağlanması öngörülmüştür. Bu sayede Rusya, İsrail sınırında İran’ın etkisizleştirilip İsrail’in güvenliğinin artırılmasında önemli bir rol oynamıştır.

3) İran-Rusya ilişkilerini olumsuz etkileyen bir diğer konu da Suriye’de giderek artan Rusya-İsrail ortaklığıdır. Mart 2016’da taraflar arasında yapılan bir nevi gizli “saldırmazlık” anlaşmasıyla Rusya ile İsrail’in Suriye’deki hareket alanları belirlenmiştir. Bu anlaşmaya göre a) Suriye sahasında Rusya ile İsrail’in güçlerinin karşı karşıya gelmemeleri için tarafların askerî birimleri arasında doğrudan iletişim ağının kurulması öngörülmüş, b) Rusya’nın Suriye müdahalesine İsrail’in tarafsız kalacağı taahhüt edilmiş, c) Rusya da İsrail’in Suriye’deki İran ve Hizbullah güçlerine karşı yürüteceği hava operasyonlarına karşı tarafsız kalacağına dair söz vermiştir. Bu anlaşma çerçevesinde İsrail, İran ve Hizbullah olmak üzere rejim güçlerinin askerî üs ve tesislerine yönelik saldırılar düzenlemiş, Rusya buna herhangi bir ciddi tepki göstermemiştir. Bunun yanında İran ve Şam rejiminin taleplerine rağmen Rusya, Suriye’de bulundurduğu hava savunma sistemlerini ne ABD ne de İsrail’in saldırılarına karşı işletmiştir. Giderek gerginleşen bu ortamda Suriye’de Rus ve İran milisleri arasında silahlı çatışmalar yaşanmıştır. Akabinde İran yönetimi Beşşar Esed’i Tahran’a davet ederek Rusya’nın politikalarından duydukları rahatsızlığı göstermek istemiştir. Tahran’ın bu tutumuna karşı ise Putin, Rus istihbarat-keşif uçağının düşürülmesi ve Rusya-İsrail ilişkisinin bozulmasının ardından İsrail Başbakanı Netenyahu’yu Moskova’ya davet etmiş askerî alanda iş birliğini devam ettireceklerini ve Suriye Rusya-İsrail Ortak Çalışma Grubu’nun kurulması için çalışmalar başlattığını açıklamıştır.

Yemen Krizi

İran’ın aktif olarak tarafı olduğu Yemen savaşında da işler İran’ın lehine olmamıştır. İran destekli Husiler’in silahlı örgütü Ensarullah 19 Kasım 2018’de Yemen hükûmetiyle barış görüşmelerine hazır olduğunu açıklamış, bu niyetini kanıtlamak için de Suudi Arabistan olmak üzere koalisyon güçlerine yönelik tek taraflı ateşkes ilan ettiğini duyurmuştur. 5-13 Aralık 2018’de de İsveç’in Rimbo kentinde BM arabuluculuğuyla Ensarullah ile Suudi Arabistan destekli Yemen hükûmeti arasında bir anlaşma sağlanmıştır. Bu anlaşmaya göre Husiler elinde tuttukları stratejik öneme sahip Hudeyde Limanı’nı Yemen hükûmetine devretmeye razı olmuştur.

Hudeyde Limanı’nın Ensarullah’ın kontrolünden çıkması aynı zamanda 1) İran ile lojistik bağının kopması, 2) Dış destekten yoksun kalması ve 3) Mücadele yürütecek gücünün zayıflayacağı anlamına gelmektedir.

Husiler’in böyle bir adım atmalarında birkaç husus etkili olmuştur. 1) İran’a yönelik ekonomik yaptırımlar nedeniyle İran’ın Husiler’e sağladığı ekonomik dolayısıyla da silah desteğinin azalması, 2) Suudi Arabistan koalisyonunun savaşta geniş imkânlara sahip olması nedeniyle üstünlük sağlamaları ve 3) Husiler’in Ensarullah örgütünün Suudi Arabistan ve uluslararası toplum tarafından meşru aktör olarak kabul edilmesidir.

Husiler’in uluslararası toplum tarafından meşru aktör olarak kabul görülmesi iki sonuca yol açacaktır. Birincisi diğer uluslararası aktörlerle yakın ilişkiler kurarak İran’dan bağımsız hareket ederek uzaklaşması olacaktır. İkincisi de Husiler’in Yemen’de siyasi istikrarın sağlanması ve sorunların çözülmesi için İran’dan çok daha güçlü olan uluslararası aktörlerle ilişki kuracak olmasıdır. Suudi Arabistan ve BAE gibi maddi imkânları daha geniş olan aktörler, Yemen’e verecekleri desteğin karşılığında Husiler’den İran’la olan bağlarını koparmasını isteyeceklerdir.

Sonuç olarak İran takvimine göre 1397 yılında İran dış politikasında önemli gelişmeler ve dönüm noktaları yaşanmıştır. Yaşanan bu gelişmeler genellikle İran’ın aleyhine olmuştur. ABD’nin yaptırımları İran’ın ekonomik gücünü olduğu gibi dış politika faaliyetlerini de olumsuz etkilemiştir. Ayrıca ABD’nin politikaları İran’ın Avrupa’yla olduğu gibi diğer aktörlerle olan ilişkilerine de yansımıştır. Rusya’yla ilişkileri gerilen İran, Suriye’de yalnızlaşmış ve Yemen savaşındaki etkisi kırılmıştır. İran kendisine yapılan baskıların üstesinden gelmek için çabalamış olsa da bunu yapmakta birçok nedenden dolayı yetersiz kalmıştır. Giderek artan Amerikan baskısı ve bölgedeki rakiplerinin karşı politikalarıyla iyice köşeye sıkışan İran’ın önümüzdeki dönemde dış politikasında sorunlar yaşayacağı söylenebilir.