Hasan Nasrallah’ın Son Röportajında Öne Çıkanlar

Hasan Nasrallah’ın Son Röportajında Öne Çıkanlar
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Hizbullah lideri Hasan Nasrallah geçtiğimiz cuma günü, 2006 yazında Hizbullah ve İsrail arasında cereyan eden ve literatüre 32 Gün Savaşı olarak geçen Lübnan’da daha çok zikredildiği şekliyle Harib Tammouz’un (Temmuz Savaşı) yıl dönümü münasebetiyle canlı yayında mülakat verdi. Üç saatten fazla süren röportaj, Hizbullah’ın “resmî” televizyonu olarak da bilinen Al-Manar TV’de gerçekleşti.

Nasrallah beklenildiği üzere Temmuz Savaşı’nın yıl dönümüne dair kısa bir giriş yaparak İsrail, ABD’nin bölge politikası, İran, Yemen ve Lübnan ile alakalı birçok meseleye değindi. Başka bir deyişle Nasrallah’ın gündeminde başta bölgesel ve uluslararası sorunlarla Lübnan ile ilgili yerel meseleler vardı.

2006 Savaşı

Konuşmasına öncelikle Temmuz Savaşı’nın 13. yıl dönümünden başlayan Nasrallah “yad etme-hatırlama” sözcüklerinden ziyade “kutlama-bereketli kılma” dileklerini öne çıkardı. Hizbullah lideri Temmuz Savaşı’nın Lübnan ve hareket için Intisaar Kbeer (Büyük Bir Zafer) olduğunu yineleyerek “muzaffer Lübnanlıları” selamladı. Nasrallah bunun da ötesinde “bu zaferin Lübnan sınırlarını 2006’dan bu yana güvenli kıldığını” vurguladı.

Dolayısıyla Nasrallah’ın 2006 yılında 32 gün süren savaşa dair “Durumun böylesi bir savaşa dönüşeceğini bilseydim İsrail askerlerinin kaçırılması emrini vermezdim.” beyanına bakıldığında, geçen 13 yılda savaşa dair yeni çıkarımlar yaptığı söylenebilir.

İsrail-Hizbullah Gerilimi

Hizbullah liderinin tıpkı önceki röportajlarında olduğu gibi mülakatının esas ağırlık noktası İsrail ve Hizbullah arasındaki gerginlik ve çatışma ihtimali oldu. Retoriğinde ilk dikkat çeken nokta, İsrail’i ve devlet-dışı bir aktör olarak Hizbullah’ı eşit hasımlar olarak kodlamış bir ifade algoritmasıydı. Bu bölümde “en önemli düşman” olarak Tel Aviv’in ötekiliğini pekiştiren Nasrallah, Hizbullah’ın maddi ve manevi anlamda gücünü katbekat artırdığını vurguladı. Nasrallah sık sık Hizbullah’ın hâlihazırdaki materyal ve deneyim anlamındaki yeterliliğini Temmuz Savaşı’ndaki olanakları ile kıyaslayarak İsrail için “çok daha fazla caydırıcı” olduğunun altını çizmek istedi.

Nasrallah, önceki röportajlarına nazaran dikkat çekecek bir hamle yaparak izleyicilere üzerinde “vurabilecekleri” hedeflerin belirtilmiş olduğu bir İsrail haritası gösterdi. Nasrallah eski mülakatlarındaki diskurunu ve psikolojik ataklarını sürdürerek İsrail sınırları içerisinde mukim olan İsraillilerin “sivil” değil “işgalci” olduklarını tekrarladı. Özellikle haritada işaret ettiği sahil kesiminde yaşayan bu nüfusun muhtemel savaşta hedef olacağını yineledi.

Bunların yanında Nasrallah, özellikle olası İsrail savaşında Hizbullah’ın hava gücüyle Lübnan’ı müdafaa edeceğinin altını çizdi ve bir anlamda “Temmuz Savaşı sonunda ülke hudutlarını güvenli kıldıkları gibi” devlet-altı aktör olarak “yine Lübnan’ın garantörü olacağını” tekrar vurguladı.

Nasrallah’ın değindiği İsrail ile alakalı mevzulardan birisi de Lübnan ve İsrail arasındaki deniz sınırı problemiydi. Nasrallah bu konuyla ilgili “İsrail’in tıpkı Filistin topraklarını işgal etmesi gibi Lübnan’ın kara sularını da ilhak etmeyi çabaladığını” söylerken “ABD’nin güvenilir bir aracı olamayacağını ancak sorunun çözümünde yardımcı olabileceğini” vurguladı.

Nasrallah bu beyanıyla deyim yerindeyse, İsrail’le yaşanan sınır probleminde “ulus-devlet”in ABD ile diyalog diplomasisi yürütmesini önemsediğini vurguladı ve akabinde “Washington tarafında da pragmatistlerin Hizbullah ile iletişim kanalları kurmaya istekli olduğunu” belirtti. Nasrallah, bu haberle “devlet-altı” aktörün de Washington’dan “makul kişilerle” iletişime geçebileceğini ima etmiş oldu.

ABD’nin Bölge Politikası

Nasrallah ABD’nin bölge politikasını ise Washington’un Hizbullah’a yönelik yaptırım dalgası ve Filistin Meselesi’ne çözüm için planladığı “Yüzyılın Anlaşması” modeli çerçevesinde ele aldı. Bu bağlamda Nasrallah, Trump hükûmeti tarafından “terörist listesi”ne alınan üç Hizbullah milletvekilinin durumunu “ulus-devlet” düzlemi üzerinden yorumlamayı tercih etti. Hizbullah’a karşı mevcut ABD tutumunu “Lübnan devleti ve parlamentosuna hakaret” olarak niteleyen Nasrallah’ın bu hamlesi, Lübnan’ın ABD’nin Hizbullah’a karşı stratejisine bir egemen ulus-devlet olarak direnmesi gerektiği şeklinde okundu.

Yüzyılın Anlaşması modeli ve Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn’in bu model hattında ABD’ye verdiği desteği eleştiren Nasrallah, özellikle Bahreyn yönetimini “Araplık” üzerinden sorgulamayı tercih etti. Modelin tartışıldığı konferansa ev sahipliği yapmasından dolayı Bahreyn’i “davalarında haklı olan” Filistinlileri görmezden gelmekle suçladı. Bu bağlamda yine “öteki” olarak konumlandırdığı söz konusu ülkeler cenahına karşılık “kendisinin de bir Arap olduğunu” vurgulayarak “İşgal edilen Filistin topraklarında kendisinin de hakkı bulunduğunu” ifade etti. Sonrasında Filistin Meselesi’nin İslami karakterine de dikkat çekerek Kudüs’ü azat edip bu şehirde “namaz kılabileceğini duygusal değil mantıksal olarak” beyan ettiğinin altını çizdi.

Kısacası Nasrallah’ın Filistin Meselesi’ni ele alırken siyasi ve mezhebi bir bakıştan ziyade durumu Araplık ve İslami bir perspektiften okuduğunu ısrarla belirtmesi, kendisinin politikalarını bu açıdan eleştiren Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn’e cevap olarak yorumlandı.

Suriye İç Savaşı

Suriye meselesine dair Nasrallah’ın en dikkat çeken sözleri Hizbullah’ın Suriye’de askerî varlığını azalttığı iddialarına yönelik oldu. Nasrallah bu iddiaları doğruladı ancak bu çekilmenin, ABD’nin İran ve Hizbullah’a yönelik yaptırımlarından sonra ortaya çıktığı iddia edilen finansal kriz ile alakalı olmadığını belirtti. Nasrallah “kriz beyanı” yerine “direniş ekseni” olarak tanımladığı ve Rusya’yı da içine dâhil ettiği cenahın “sahada elde ettiği başarıya” odaklandı ve Suriye’de yüksek oranda askerî personel bulundurmalarına gerek kalmadığını ifade etti.

Suriye meselesi üzerinden İsrail’e psikolojik baskı uygulamak isteyen Nasrallah, İran’ın bu ülkeden çekilmeyeceğini belirterek olası bir çekilmenin Rusya’nın da çıkarına olmadığının altını çizdi. Rusya ve İran’ın Suriye konusunda uyumlu çalıştığını vurgulayan Nasrallah, bir anlamda İsrail’in Rusya nezdinde yaptığı lobi çalışmalarına yönelik mesaj verdi.

İdlib konusuna gelince bu çevrede askerî personel bulundurmadıklarını beyan eden Nasrallah aynı zamanda İdlib ve Fırat’ın doğusu dosyalarını henüz çözülmeyen sorunlar arasında zikretti. Bununla beraber daha önceki mülakatlarıyla uyumlu bir şekilde bahsi geçen iki bölgenin Şam yönetiminin egemenliğinde olduğunu yineledi.

ABD-İran Gerilimi

Hasan Nasrallah’ın hâlihazırda devam eden gerilim hakkındaki üslubu hem İran hem de Tahran’a yakın Iraklı paramiliter gruplar ile aynı söylem stratejisi içerisindeydi. Öncelikle tıpkı Tahran gibi “ABD yaptırımlarının İran için caydırıcı olmayacağını” belirtirken, yine İran’a yakınlığıyla bilinen Iraklı paramiliter gruplar gibi “olası savaşın taraflarının ABD ve İran ile sınırlı kalmayacağının” altını çizdi. Diğer bir deyişle Hizbullah’ın bu savaşa kesinkes dâhil olacağını söyledi.

Nasrallah bütün bunların yanında muhtemel bir savaşta “İsrail’in doğrudan hedef alınacağını” belirtti. Nasrallah bu kısımda “eğer” bağlaçları üzerinden yoğun olarak Hizbullah’ın ve “direniş ekseni”nin savaş durumunda “neleri yapmaya gücü yeteceğini” anlatmaya çalıştı. Hizbullah’ın İsrail’e coğrafi yakınlığını her fırsatta dile getiren Nasrallah’ın “Eğer ABD İran’a savaş açarsa İsrail’e acımasızca saldırırız.” sözü “bu yakınlığa tekrardan gönderme yapma” olarak okundu.

Nasrallah, olası ABD-İran çatışmasında “ABD cenahına dâhil olanların bedel ödeyeceğini” belirtirken, bu kez “ancak”lar üzerinden “direniş ekseninin esas niyetini” ilan etmek istedi. Nasrallah, müttefikleri Tahran ve Iraklı gruplar gibi “savaş istemediklerini” ve özellikle “olası savaşın ne Suudi Arabistan ne de BAE’nin çıkarına olduğunu” belirterek, tabiri caizse “caydırıcılık beyanını” tamamlamış oldu.

Yemen ve Lübnan’a Dair

Nasrallah bu bölümde Husileri selamlarken, konuşmasında dikkat çeken kısım Yemenli grubun motivasyon gücünü tasvir ettiği bölümdü. Nasrallah bu kısımda sık sık “moral/manevi kavramlar” aracılığıyla Husi hareketini ön plana çıkardı ve “Suudi Arabistan karşısında Husilerin itici güçlerinin inançları” olduğunu ifade etti. Husilerin “caydırıcılığı”na gönderme yapmayı ihmal etmeyen Nasrallah, aynı zamanda grubun askerî kabiliyetinin “BAE’yi vuracak kadar yetkin” olduğunu belirtti ve yine olası bir bölgesel çatışmada Husilerin de kendi saflarında harekete geçeceğini deklare etmiş oldu.

Yerel meselelere mülakatının sonlarına doğru değinen Nasrallah, bir önceki röportajına kıyasla Lübnan’a daha fazla zaman ayırdı. Konuşmalarında iç meselelere daha az zaman ayırdığı yönünde gelen eleştirilere yanıt mahiyetinde Nasrallah, Hizbullah-İsrail geriliminin de Lübnan’a dair olduğunu ifade ederek bu bölüme giriş yaptı. Bu bölümde Hizbullah’ın Hıristiyan müttefikleri Lübnan Cumhurbaşkanı Michel Aoun ve Dışişleri Bakanı Jibran Bassil ile “siyasi uyumlarındaki mükemmelliğe” vurgu yapan Nasrallah, başka bir deyişle Trump’ın Hizbullah’a yönelik kurduğu baskı sürecinde Hizbullah’ın iç arenada güçlü ortaklara sahip olduğunu belirtmek istedi.