İran-Azerbaycan Gerginliğinin Dünü ve Bugünü

İran-Azerbaycan Gerginliğinin Dünü ve Bugünü
Güçlü ve zengin bir Azerbaycan, içeride çok sayıda ekonomik ve siyasi sorunla boğuşan Tahran için Basra Körfezi ülkelerinde de görüldüğü üzere sıkıntılı bir mukayese örneği yaratacaktır.
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Son dönemde iki ülkeden milletvekilleri, akademisyenler ve uzmanların katılımıyla düzenlediğimiz toplantıların net bir biçimde ortaya koyduğu üzere, Azerbaycan açısından İran ile ilişkiler en azından Ermenistan ile olan ilişkiler kadar gündemin üst sıralarına yükselmiş durumda. Her ne kadar 2020 Vatan Muharebesi’nden sonra iki ülke arasındaki gerginlik gözle görünür biçimde yükselse de bu gergin ilişkilerin tarihi eskiye dayanıyor.

Tarihî Arka Plan

Modern bir ulus devlet olarak 1918 yılında kurulan Azerbaycan ile İran arasındaki tarihî ilişkiler oldukça eskiye uzanıyor. Azerbaycan adının kökeni dahi bu geçmişi gözler önüne sermekle birlikte modern dönemde, hangi coğrafi bölgenin tam olarak Azerbaycan olduğu hususunda Fars/İran milliyetçileri ile Azerbaycan Cumhuriyeti’nde yaşayan aydınlar arasında tartışmalar yaşanmıştır. İran milliyetçileri, Azerbaycan bölgesinin tarihî olarak Aras’ın güney kısımları olup bu coğrafyanın İran’ın ayrılmaz bir parçası ve otantik kimliğini kaybetmiş bir alt Fars etnisitesinin (Azeri) yurdu olduğunu savunmuş ve Aras’ın kuzeyinin tarihî coğrafi metinlerde Erran/Aran bölgesi olarak kayıtlı olduğu hususunda ısrarcı olmuşlardır. Nitekim 1918 yılında Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurulması ile birlikte İran içinden ciddi tepkiler gelmiş ve hatta İran tarafından, Azerbaycan’ın adının Azadistan olarak değiştirilmesi teklifi dahi yapılmıştır. Coğrafi sınırlar ve isimlendirme konusundaki bu tartışma, yakın geçmişte Yunanistan ve Makedonya arasında yaşanan tartışmalara oldukça benzemektedir. Nitekim Büyük İskender etrafındaki tartışmaların benzeri, Şah İsmail ya da Nizami Gencevi gibi tarihî, kültürel şahsiyetler üzerinden de yürütülmekte; iki taraf da mezkûr ve benzer isimleri sahiplenmektedir. Bu konuda İran perspektifini anlamak isteyenler, Hamid Ahmedi’nin editörlüğünü yaptığı ve Türkçeye de çevrilmiş olan İran: Ulusal Kimlik İnşası adlı esere bakabilirler.

Her ne kadar İranlıların Azerbaycan ile ilişkili kolektif hafızaları Türkmençay Antlaşması ile Rusya’ya bırakılan tarihî İran toprakları ideali etrafında şekillenmişse de 1920 yılında Sovyetlerin Bakü’yü ele geçirerek Azerbaycan’ı SSCB’ye katmaları, İran’ı daha büyük bir sorunla karşı karşıya bırakmış; nitekim 2. Dünya Savaşı’nda, İran Azerbaycan’ının SSCB tarafından işgal edilmesi ve Rusların kendilerine bağlı özerk cumhuriyetler oluşturması; İran’ın korkularını daha da derinleştirmiştir. Bu dönemde Pehlevi Hanedanlığı yönetimi altındaki ülke, Batı ile yakın ilişkiler geliştirerek Sovyet yayılmacılığından korunmaya çalışmış; Azerbaycan bölgesi ile özel bir ilişki geliştirilememiştir. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması, İran için hem fırsatlar hem de sorun alanları yaratmış; sınırlarındaki süper gücün askerî-siyasi tehdidinden kurtulan ülke, Elçibey liderliğindeki yeni Azerbaycan elitlerinin Güney Azerbaycan söylemleri ve Türk milliyetçisi politikalarını endişe ile karşılamıştır. Bu esnada Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki çatışma, İran için ciddi bir imkân yaratmıştır. Söz konusu savaşın ve işgalin İran’a faydaları birkaç cihetten olmuştur. Bunlardan birincisi; Türk milliyetçisi kimliği ve İran karşıtı söylemleri ile bilinen Elçibey yönetimi savaşın getirdiği dinamiklerin de etkisiyle devrilmiş, daha realist ve rasyonel davranışlarıyla ön plana çıkan Haydar Aliyev liderliğinde bir Azerbaycan ortaya çıkmıştır. İkinci olarak savaşın Azerbaycan topraklarının yaklaşık %20’sinin işgaliyle dondurulması, Azerbaycan’ı sürekli olarak edilgen ve zayıf bir pozisyona sokmuş; bu durum özellikle 1990’lı yılların sonuna kadar sürmüştür. 2000’li yıllarla birlikte artan petrol gelirleri ve uluslararası enerji anlaşmalarıyla gücünü ve servetini artıran Bakü yönetimi ile Tahran arasında zaman zaman Hazar’ın paylaşımı gibi konularda sorunlar yaşansa da Karabağ’ın işgali, Azerbaycan’ın ayağında daima bir pranga olmuş; İran’ın Azerbaycan içindeki dengesiz “kültürel” faaliyetlerine bile Tahran’ın tepkisini çekmemek için göz yumulmuştur. Süreç boyunca İran içinde artış gösteren Türk milliyetçiliğine karşı Tahran’ın temel karşıt söylemlerinden biri “2 milyonluk Ermenistan ile başa çıkamayan Bakü” olmuştur.

Dönüm Noktası: Vatan Muharebesi

2020 yılında gerçekleşen ve Türkiye’nin aktif siyasi ve psikolojik desteği ile kazanılan savaşın sonucunda İran’dan gelen aşırı tepkiler, bu arka plan bağlamında değerlendirilmelidir. İran basınında; savaş esnasında ve sonrasında işgal edilmiş topraklara girerek güvenli bölge oluşturma, Ermenistan’a askerî destek verme ya da Azerbaycan içinde İran’a bağlı silahlı gruplar kurarak bunları destekleme gibi öneriler yer almaya başlamıştır. İranlı yetkililer, defalarca Ermenistan ile olan sınırlarının kapanmasına izin vermeyeceklerini, Zengezur Koridoru’nun açılmasının İran’ın bölgesel denklemden baypas edilmesi ile sonuçlanacağını, İsrail başta olmak üzere yabancı güçlerin sınırlarına yerleşmesine izin vermeyeceklerini açıklamış; bu çerçevede Azerbaycan sınırlarında peş peşe tatbikatlar düzenlemişlerdir. Yine Türkiye de suçlamalardan payını almış ve İran’daki bazı yayınlarda Ankara’nın, İran’ın sınırlarında bir NATO/Turan koridoru oluşturduğu iddia edilmiştir. Savaştan sonra, 30 yıllık İran-Azerbaycan ilişkilerindeki önemli değişikliklerden biri de başta İlham Aliyev olmak üzere Azerbaycanlı yetkililerin İran’a karşı söylemlerini sertleştirmeleri, savunmadan çıkarak İran içindeki Azerbaycan Türklerini hedef alan söylemler kullanmaları olmuştur. Azerbaycan medyası da çoktandır unutulmuş olan “Güney Azerbaycan” söylemine geri dönmüş; İran içinde yaşayan 30 milyon Azerbaycanlı vurgusu, her platformda dile getirilmeye başlanmıştır. Bununla birlikte Sayın Aliyev’in açıklamalarının satır aralarına dikkat edildiğinde bu ifadelerin tehditten ziyade mütekabiliyet esasına dayandığı açıkça görülebilmektedir.

Bu anlatılanlar ışığında 27 Ocak 2023 Cuma günü Tahran’da bulunan Azerbaycan Elçiliğinin otomatik silahlarla saldırıya uğraması ve güvenlik güçlerinin olaya geç müdahale etmeleri, iki ülke ilişkilerini iyice gerginleştirdi. Azerbaycan, saldırının terör saldırısı olduğunu savunarak hayatını kaybeden güvenlik şefinin naaşıyla birlikte Elçilik çalışanlarını ülkeden tahliye etti ve olayı, uluslararası kurumların ve toplumun gündemine taşıdı. Buna mukabil İran ise olayın şahsi husumetten kaynaklandığını ileri sürdü. İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan yaralıları hastanede ziyaret etti, hayatını kaybeden Elçilik çalışanı için Tahran’da askerî tören düzenlendi. Bununla birlikte aktarılan gergin arka plan ve yine İranlı güvenlik güçlerinin saldırı esnasında en hafif deyimle son derece kötü bir sınav vermeleri nedeniyle Azerbaycan, İran’ın söylemlerini kabul etmiyor ve saldırının son iki buçuk yıldır kendisine yönelik hasmane söylem ve davranışların son halkası olduğu hususunda ısrar ediyor.

Ankara’nın Sorumluluğu

Soğuk Savaş sonrası oluşan tek kutuplu dünyanın geleceğinin belirsizliği, bölgesel gelişmeleri de hızlandırmış durumda. Batı ile Rusya arasında giderek derinleşeceği anlaşılan Ukrayna savaşının yan etkileri yalnızca NATO ve Rusya’yı değil, Güney Kafkasya bölgesini de yakından ilgilendiriyor. Nitekim İran’ın Karabağ Savaşı’na hazırlıksız yakalanması ve sonrasındaki hazımsızlığı, büyük ölçüde Rusya’nın bölgesel etkisine biçtiği rol ile ilgilidir. İran 1979 Devrimi’nden beri Orta Doğu’da iddialı, yayılmacı ve kimi zaman çatışmacı politikalar izlese de SSCB’nin yıkılmasından sonra bile Rusya’nın arka bahçesi olarak gördüğü Kafkaslar ve Orta Asya’da çok daha ihtiyatlı bir diplomasi güttü. Tacikistan iç savaşı esnasında izlediği esnek tutumun da gösterdiği üzere bunda en önemli etken, yeni dönemde Rusya ile olan ilişkilerini stratejik boyuta taşıyabilmekti. Nitekim Tahran 1990’ların başından itibaren nükleer ve askerî teknoloji de dâhil olmak üzere Moskova ile yakın ilişkiler içine girdi. Ancak Rusya’nın farklı sebeplerden ötürü Karabağ’da Ermenistan’ı zayıflatacak tutum içine girmesi, Erivan’ı kendisi için bir vekil güç gören İran’ı oldukça rahatsız etti. Askerî alandaki zaferini enerji ve diplomasi alanındaki adımlarıyla tahkim eden Bakü artık İsrail ile ilişkiler gibi Tahran’ın görünmez vetosunun engellediği hususlarda daha rahat adımlar atacak, Ankara ile ilişkilerini stratejik boyutlara taşıyabilecek, uluslararası enerji ve lojistik projelerinde köprü başı bir ülkeye çevrilecektir. Bu durum, yazının başında işaret ettiğimiz tarihî kökleri bulunan ancak işgal nedeniyle tartışılması ertelenen sorunlar bağlamında konjonktürün tamamen değişmesi anlamına geliyor. Güçlü ve zengin bir Azerbaycan, içeride çok sayıda ekonomik ve siyasi sorunla boğuşan Tahran için Basra Körfezi ülkelerinde de görüldüğü üzere sıkıntılı bir mukayese örneği yaratacaktır. Bunun yanı sıra Türk Devletleri Teşkilatı gibi genç ancak dinamik bir uluslararası yapının da hızla şekillenmesi, İran’ın son yıllarda farklı sebeplerle geniş protesto gösterileri düzenleyen nüfusunun en az üçte birini oluşturan Türk toplumunu da heyecanlandırmaktadır. İçine girilen hassas sürecin çözümü için İran’ın öncelikle Karabağ zaferini ve siyasi sonuçlarını kabul etmesi, ülke içindeki Azerbaycan ve Türkiye karşıtı söylemleri belli bir seviyede tutması ve aksine güvenlik endişeleri dâhil her türlü konuyu rahatlıkla konuşabildiği Ankara ile ilişkilerini kullanarak Kafkasya ve Orta Asya’da yeni oluşmaya başlayan bölgesel iş birlikleri içinde yer alması faydalı olacaktır. Türkiye ve Azerbaycan savaş sonrasında ortaya attıkları 3+3 önerisi ile Tahran’ın böyle bir kazan-kazan formülü içinde yer almasına sıcak baktıklarını göstermişlerdi. Bu tür yapıcı önerilere askerî tatbikatlar ve medya kampanyaları ile cevap vermek kısa vadede milliyetçi çevrelerin beğenisini kazansa da içeride ve dışarıda çok sayıda sorunla eş zamanlı uğraşmaya çalışan İran’ın millî çıkarlarını temin etmeyeceği, aksine bölgeye dışarıdan sızmalara alan açacağı aşikârdır.