İran-Azerbaycan Geriliminin Arka Planı

İran-Azerbaycan Geriliminin Arka Planı
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz
Kıdemli Uzman Bilgehan Alagöz

3 Ağustos’ta göreve başlayan Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin komşularla iyi ilişkiler kurma vaadinin ilk önemli sınavı, Azerbaycan ile ilişkiler konusunda oldu. Selefi Hasan Ruhani Dönemi’nde 44 gün süren ve 10 Kasım 2020’de Ermenistan ile Azerbaycan’ın, Rusya’nın ateşkes planını imzalamasıyla sona eren Dağlık Karabağ Savaşı sırasında, İranlı yetkililerin bazı olumsuz söylemleri olmuş özellikle Türkiye’nin Azerbaycan ile kurduğu yakın ilişki, İran’da rahatsızlık yaratmıştı. Hatta dönemin Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bakü’deki Zafer Geçidi Töreni’nde okuduğu şiire istinaden nezaket kurallarına uymayan bir içerikle açıklamada bulunarak İran’ın, Güney Kafkasya’daki denklemden hoşnut olmadığını net bir şekilde belli etmişti.

İran-Azerbaycan Sınırındaki Gelişmeler

Azerbaycan’ın, Ermenistan işgali altında kalan topraklarını kurtarmak için 27 Eylül 2020’de Dağlık Karabağ’da başlattığı harekâtın üzerinden tam bir yılın geçtiği bu dönemde İran’ın, Azerbaycan aleyhine geliştirdiği söylem ve eylemler aracılığıyla yeni bir gerilim yarattığı görülmektedir. İlk olarak geçtiğimiz ağustos ayında Azerbaycan, İran’a ait çeşitli araçların izinsiz bir şekilde Dağlık Karabağ bölgesine giriş çıkış yaptığını tespit etmiş ve bunun üzerine 11 Ağustos’ta İran’ın Bakü Büyükelçisi’ni Dışişleri Bakanlığına çağırarak bir nota vermiştir. Bu uyarıya rağmen bölgeye İran nakliye tırlarının girmeye devam etmesi üzerine Azerbaycan, biraz daha sert bir tavır takınarak iki Ermeni askerin bölgedeki bir Azerbaycan askerine saldırdığı gerekçesiyle 25 Ağustos’ta İran’ı Ermenistan’a bağlayan Gorus-Gafan yolu üzerine kontrol noktası kurmuş ve denetimlere başlamıştır. Diplomatik yollarla söylemlerin yumuşaması beklenirken bunun tersi bir durum gelişmiş; Türkiye, Azerbaycan ve Pakistan özel kuvvetlerinin Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de 12 Eylül’de “Üç Kardeş 2021” ismi verilen ortak bir tatbikata başlaması, İran’daki eleştirileri artırmıştır. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatipzade “Hazar’a kıyısı olan devletlerin genel anlaşmasına göre diğer ülkelerin havzadaki askerî varlığı kabul edilemez.” çıkışıyla hem Türkiye’yi hem de Pakistan’ı hedef almıştır. Nihayetinde üçlü tatbikata karşılık mahiyetinde İran’ın, Azerbaycan sınırında “Hayber Fatihleri” adını verdiği bir askerî tatbikat yapacağını duyurmasına istinaden Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, 27 Eylül’de Anadolu Ajansı’na verdiği röportajda İran’a karşı söylemini sertleştirmiş ve şu ifadeleri kullanmıştır: “İlk olarak söylemeliyim ki her ülke kendi topraklarında istediği askerî tatbikatı yapabilir. Bu onun egemenlik hakkı. Buna kimse söz söyleyemez. Fakat bu gelişmeyi bir zaman kesitinde analiz ettiğimizde, bunun hiçbir zaman olmadığını görüyoruz. Neden şimdi ve neden bizim sınırımızda? Bu soruları ben değil, Azerbaycan toplumu soruyor. Bu soruyu dünyadaki Azerbaycanlılar soruyor.”

İran’ın İsrail Rahatsızlığı ve İç Politik Dengeler

Göreve yeni başlayan Reisi’nin Azerbaycan’a dönük olumlu mesajlar verdiği düşünülürse İran ve Azerbaycan’ı bu gerilimli noktaya getiren faktörler nelerdir sorusu daha da önemli hâle gelmektedir. Öncelikle İran’ın Güney Kafkasya’ya dönük asıl kaygısının buradaki İsrail varlığı olduğunu belirtmek gerekmektedir. İsrail medyasına yansıyan haberlere göre Ağustos 2021’de Azerbaycan ve İsrail, 2 milyar dolarlık silah satışı konusunda görüşmelere başlamıştır. Ayrıca Azerbaycan yine aynı ay içinde İsrail’in Tel Aviv kentinde diplomatik statüye sahip ticaret temsilciliği açmıştır. Ağustos-Eylül 2020’de imzalanan İbrahim Anlaşmaları ile Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin İsrail ile diplomatik ilişkiler başlatmasının ardından benzer bir sürecin Azerbaycan’la da gerçekleşiyor olması, İran’da endişe yaratmaktadır. Bu durumda Azerbaycan, Bahreyn’den sonra İsrail’de büyükelçilik açan ikinci Şii çoğunluklu devlet olacaktır ki bu da İran’ın, Şii dünyası üzerindeki etkisini siyaseten gölgeleyen bir durumdur. Nitekim İran’ın, yaptığı askerî tatbikata 629’da Müslümanlar ile Yahudiler arasında gerçekleşmiş olan Hayber Savaşı’na referansla isim vermesi, İran’ın İslam dünyasında yaratmak istediği meşruiyet algısının bir yansımasıdır.

İran özellikle de Devrim Rehberi Ali Hamenei, ülkede bir süredir etkili olan, yoğun bir Arap ve Türk karşıtı söylem üzerinden var olmaya çalışan radikal Fars milliyetçiliğinin, Dağlık Karabağ Savaşı sırasında Türklere dönük nefret söylemine dönüşmesinin sakıncalarının farkındadır. Azerbaycan’ın değil de Ermenistan’ın politikalarına destek verilmesinin izahı yapılamazken buna bir de ülkedeki Türkleri rencide eden söylemlerin eklenmesi, Dağlık Karabağ Savaşı’nı bir dış politika mevzusundan iç politika konusuna dönüştürmüştür. Bu sebeple askerî tatbikata İslam tarihinden referans verilerek ülkede kristalize olmuş kitleleri İsrail karşıtlığında birleştirmek istenmektedir. Nitekim Devrim Rehberi Hamenei, 3 Ekim’de video konferans yoluyla katıldığı Tahran’daki askerî öğrencilerin mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada, İran ile Azerbaycan arasındaki tatbikat gerginliğine değinmiş ve İsrail’i kastederek İran’ın kuzeybatısında Azerbaycan ve Ermenistan sınırında yaşanan sorunların yabancıların varlığına izin vermeden çözülmesi gerektiğini söylemiştir.

Bu bağlamda değinilmesi gereken diğer bir husus da tatbikatta Devrim Muhafızları Ordusundan (DMO) ziyade İslam Devrimi öncesinde Pehleviler Dönemi’nde kurulmuş olan İran ordusu (Erteş) unsurlarının ağırlıklı olarak yer alıyor olmasıdır. Bu da ülkedeki iç politika dengeleri açısından önemlidir. Zira “direniş ekseni” söylemi üzerinden Şii dünyasında nüfuz sahibi olan DMO, Şii çoğunluktaki Azerbaycan ile savaşıyor görüntüsü vermek istememektedir. Dolayısıyla mevcut tatbikatın ülkedeki iç politik unsurlar arasındaki rekabetin yansıması olduğunu da söylemek mümkündür. DMO’nun Reisi hükûmetine verdiği yüksek destek düşünüldüğünde, Reisi’yi göreve başladığı bu ilk aylarda dış politikada zora sokmak istemediği gözlenmektedir. Ne var ki İran içinde Reisi’nin komşularla iş birliği vurgusundan rahatsızlık duyan unsurlar, bu süreci kimi söylem ve eylemleriyle baltalamak istemektedir.

Bölgesel İş Birliği Mümkün mü?

İran ve Azerbaycan arasındaki tansiyon giderek yükselirken bölgede çatışmadan ziyade iş birliğine ihtiyaç vardır. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10 Aralık 2020’deki Bakü ziyareti sırasında gündeme getirdiği Altılı Platform önerisi akıllara gelmektedir. Üç Kafkas ülkesi (Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan) ve bölge dışı aktör olan Türkiye, Rusya ve İran’ın yer almasının öngörüldüğü bu inisiyatif ilk kez 1999 yılında, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından İstanbul’da gerçekleşen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) toplantısında dile getirilmiştir. Üzerinden yirmi yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen gerçekleşmeyen bu iş birliği önerisini hayata geçirmek için neler yapılmalıdır sorusu, 22 Eylül’de Azerbaycan Cumhurbaşkanlığına bağlı Beynelmilel Münasebetlerin Tahlili Merkezinin ev sahipliğinde gerçekleşen ve İRAM’ın da katıldığı “Azerbaycan-Türkiye-İran Üç Taraflı Münasebetleri” başlıklı özel toplantıda da gündeme gelmiştir. Her üç devletten yetkililerin dâhil olduğu ve yapıcı önerilerin dile getirildiği bu toplantıda üzerinde durulan temel hususlar; karşılıklı güven inşasının sağlanması, medya üzerinden iletişim yerine doğrudan diplomasi kanallarına ağırlık verilmesi gerekliliği ve alt çalışma gruplarının oluşturulması suretiyle bir an önce kurumsallaşma sürecinin başlatılması olmuştur. Altı ülkenin bir araya gelmesi henüz mümkün gözükmese de Türkiye, İran ve Azerbaycan’ın ortak bir mekanizma oluşturması daha olası gözükmektedir. Nitekim Birleşmiş Milletler 76. Genel Kurulu Toplantısı için New York’ta bulunan Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ve Azerbaycan Dışişleri Bakanı Ceyhun Bayramov, 23-24 Eylül tarihlerinde yaptıkları ikili görüşmelerde üçlü bir toplantının Tahran’da gerçekleşeceğini açıklamışlardır.

Öte yandan İran’ın, Zengezur Koridoru üzerinden Türkiye’ye dönük negatif söylemlerinin üçlü iş birliği potansiyelini gölgelediğini belirtmek gerekir. Azerbaycan ve Ermenistan arasında imzalanan ateşkes antlaşması kapsamında Azerbaycan ile Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti arasında bağlantıyı kuracak ve Türkiye ile Azerbaycan’ı birbirine bağlayacak olan ulaşım hattı hakkında, İran medyasında bir süredir olumsuz haberler çıkmaktadır. İran’ın, işgalden kurtarılan bölgelerin yeniden inşasında rol almak istediği ve Türkiye’yi rakip olarak algıladığı net olarak anlaşılmaktadır. Ancak bu yanılsama üzerinde Türkiye karşıtı söylemlerin baskın olması, ikili ilişkileri zehirlediği gibi bölgesel iş birliği imkânlarını da zora sokmaktadır. Bu bağlamda Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan’ın 4 Ekim’de Tahran’ı ziyaret etmesi dikkat çekicidir. Zira bu gelişmeyi, birkaç gün önce Ermenistan basınına yansıyan bir haber bağlamında okumak gerekir. Buna göre 1 Ekim’de Ermenistan Savunma Bakanı, İran’ın Ermenistan Büyükelçisi ve İran Büyükelçiliği Askerî Ataşesi ile görüşmüş ve iki taraf askerî bir iş birliği hakkında istişarede bulunmuştur. Eğer bu iddialar doğruysa İran’ın bu tavrı, bölge dengeleri açısından bölgesel iş birliğini hedefleyen bir tavır olarak düşünülemez. Oysaki İran’ın yapıcı bir söylem ve eylem bütünlüğü içinde olması, kısa vadede İran ile Azerbaycan arasında Reşt-Astara Demir Yolu ve Hudaferin Barajı gibi ortak projelerin hızlanmasını sağlayacak, orta ve uzun vadede ise çok taraflı iş birliklerinin yolunu açacaktadır. Dolayısıyla diplomatik mekanizmaların devrede olduğu bir bölge siyaseti gerek İran’ın gerek Azerbaycan’ın gerekse de Türkiye’nin menfaatine hizmet edecektir.