İran’ın Afrika Politikasının Genel Çerçevesi

İran’ın Afrika Politikasının Genel Çerçevesi
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz
Araştırmacı Oral Toğa

Özet

İran İslam Cumhuriyeti’nin, kuruluşundan bu yana Afrika’ya özel bir ilgisi olmuştur. Bu ilgi, temelde Batı’nın İran’a yönelik uyguladığı izolasyon politikası ile Afrika’daki Batı etkisini kırmak yönündedir. İran temelde hem politik destek sağlayacak ilişki ağları kurmak hem de ticari ilişkilerini güçlendirerek kendisine yönelik yaptırımların etkisini hafifletmek maksadı gütmektedir. İran bu stratejisini yürütürken politik olarak araçsallaştırdığı “mazlumların yanında olmak” ilkesini kullanmakta ve Afrikalı liderlere “Batı’nın sömürgeciliğine karşı iş birliği” tekliflerinde bulunmaktadır. Böylece İran, “direniş cephesi”ni genişletmenin yollarını aramaktadır. Batılı güçler, İran’ın bu stratejisine karşı İran’ı kıtadan uzak tutma yoluna girmişler ve İran’ın hareketlerini sınırlama yolunda adımlar atmışlardır. Ancak Rusya ve Çin etkisinin küresel ölçekte kendini hissettirmesi ve bu iki gücün İran ile iş birliğini yükseltmeye başlaması, İran’ın sahada daha çok alan kazanabilmesinin kapısını aralamaktadır. İran için bir diğer tehlike ise İsrail’in Afrika Birliği üyesi olma çabasıdır. Hâlihazırda Suudi Arabistan’dan Birleşik Arap Emirlikleri’ne birçok rakibinin özellikle Afrika Boynuzu gibi stratejik yerlerde varlık göstermesi İran için olumsuz bir durumken İsrail’in kıtadaki varlığını Afrika Birliği üyesi olarak daha da pekiştirmek istemesi, İran açısından kabul edilebilir değildir. Bu mücadele, Sahra Altı’ndan Doğu Afrika ülkelerine kadar birçok alanda kendisini hissettirmektedir. Son olarak İran kamuoyu için Türkiye ciddi anlamda analiz edilmesi gereken ve ciddiye alınması gereken bir rakip olarak varlık göstermektedir. Türkiye’nin son 20 yılda Afrika’da gösterdiği etkinlikler, Afrika’da varlığını artırmak isteyen İran’ın dikkatini çekmekte ve son 1 yıldır Türkiye’nin Afrika politikaları üzerine analizler hazırlanmaktadır. Bu yazıda, İran’ın Afrika politikasının genel çerçevesi ve Türkiye’nin Afrika politikalarını İran basınının nasıl okuduğu ele alınacaktır.

Giriş

İran’ın Afrika ülkeleriyle ilişkilerini geliştirme ve derinleştirme arzusu, Devrim’in ilk yıllarına kadar gitmektedir. İran’ın uzanabildiği her yerde Batı’nın etkisini azaltmak istemesi, kendi devrimini bir kurtuluş reçetesi olarak görerek başka ülkelere ihraç etme çabası; en azından söylemsel bazda İran’ın Afrika ülkeleriyle geliştirdiği ilişkilerde önemli bir rol oynamaktadır. Ancak bu sebepler kadar önem arz eden bir başka konu ise reel politik durumun İran’ı Afrika’ya yönelik politikalar geliştirmeye zorlamasıdır. Bu politikaların hedefi; kabaca İran’ın Batı’nın uyguladığı izolasyondan kurtularak yeni kanallar yaratmak, ekonomik varlığını artırmak ve eğer mümkünse Afrika’daki Batı etkisini zayıflatarak elini güçlendirme arzusudur. İran’ın, İran-Irak Savaşı boyunca gerek Birleşmiş Milletlerdeki (BM) oylamalarda gerek diğer uluslararası alanlarda ciddi bir destek arayışında bulunması ve Afrikalı liderlerden gerek ticari gerek diplomatik manada destek arayışı; reel politik faktörlerin etkisine örnektir. Benzer şekilde Mahmud Ahmedinejad Dönemi’nde de büyük bir Afrika açılımı gerçekleşmiş; nükleer konularda ve yaptırım konularında BM’de oy desteği aranmıştır. Ne var ki İran’ı kıtada istemeyen küresel aktörler, İran’ın bu çabalarını boşa çıkarmış ve yazının ileriki bölümlerinde detaylandırılacağı üzere zaman zaman zora sokmuştur.

İran-Afrika ilişkileri denilmesi, esasında oldukça sakıncalı bir yaklaşımdır. Zira Afrika, beş bölge ve 54 ülkeden oluşan devasa bir kıtadır. İçinde çölden tropik iklime birçok iklim türü, binlerce yerel dil ve halk, onlarca inanç ve kendine has problemleri olan bir yerdir. Dolayısıyla İran’ın yekûn bir şekilde Afrika ile ilişkilerini ele almak bir analiz içerisinde mümkün değildir. Keza İran’ın da Afrika stratejisi bellidir lakin tek bir Afrika politikası yoktur. Var olan bir stratejiyi gerçekleştirmek adına kıtadaki her bölgede yürüttüğü siyaset, benzerlikler kadar ayrışmalar da göstermektedir. Başka bir deyişle İran’ın Sahra Altı Afrika’da yürüttüğü siyaset ile Afrika Boynuzu ve çevresinde yürüttüğü siyaset, ilişkiye girdiği gruplar, ticaret kalemleri, hedefleri vb. aynı stratejiye hizmet etse de ayrışabilmektedir. Bu yüzden her bölge ayrı ayrı başka yazılarda konu edilmelidir. Bu yazının amacı, bölgesel farklılıklara çok girmeden İran’ın Afrika ülkelerinden ne beklediği ve stratejik olarak konuya nasıl yaklaştığını oldukça geniş bir çerçeveden okuyucuya sunmaktır. Dolayısıyla yazı içerisinde birçok faktör mümkün olduğunca öz şekilde ve bazen yüzeysel olarak ifade edilecektir.

Afrika’daki bölgelerin mevcut şartlarının İran siyaseti üzerindeki belirleyiciliğinin yanı sıra İran’ın her ülkeyle ilişkisinin de başka seviyelerde olduğu unutulmamalıdır. Örneğin İran, Fas ile bugün bütün ilişkilerini kesmişken hemen yanındaki Cezayir’le ilişkileri iyi seviyededir. Keza Suudi Arabistan, Batılı ülkeler ve İsrail’in etkisinin yüksek olduğu Afrika Boynuzu’ndaki ülkeler ile olan ilişkiler; Uganda veya Zimbabve ile olan ilişkiler ile taban tabana zıttır. Güney Afrika gibi dengeli ilişkiler geliştirdiği ve hatta BRICS üzerinden daha kapsamlı ortaklıklar geliştirdiği ülkelerin de varlığı unutulmamalıdır. Dolayısıyla “İran-Afrika ilişkileri” ifadesi yanlış değilse de sorunludur. Ancak bu ifade, İran’ın izlediği genel stratejiyi çerçevelendirmek amacıyla bu yazıda kullanılacaktır.

Devrim’den bu yana İran’ın Afrika politikaları dalgalanmalar yaşasa da pek değişikliğe uğramamış ve istikrarlı olarak ilerlemiştir. Ancak Batı’nın İran’ı kıtadan uzak tutma hamleleri, kıtadaki Rusya ve Çin dışındaki hemen hemen bütün dış aktörlerin İran karşıtı bir pozisyonda oluşu İran’ın kıtadaki politikalarını uygulamakta büyük engeller teşkil etmiş; bu durum da birçok uluslararası analizde İran’ın Afrika politikalarının “tutarsız ve konjonktüre göre değişen pragmatik politikalar” gibi yorumlanmasına sebep olmuştur. Öte yandan Mahmud Ahmedinejad ve İbrahim Reisi’nin cumhurbaşkanlığı dönemlerinde olduğu gibi Batı’nın İran’a yönelik tavrının sertleştiği ve ilişkilerin zora girdiği zamanlarda, İran’ın Güney Amerika ve Afrika ile daha açıktan ve yakın ilişkiler geliştirmeye daha çok çaba sarf ettiği de görülmektedir. Batı’yla ilişkilerin görece daha iyi seyrettiği dönemlerde ise Afrika’ya verilen ağırlığın en azından görünürde azaldığı görülmektedir. Örneğin, Ahmedinejad Dönemi’nde her ne kadar beklenen sonuçlar elde edilememiş ve hayal kırıklığı oluşmuş olsa da o dönemde Güney-Güney Stratejisi adıyla formüle edilen birtakım siyasi hamleler yapılmış ve özellikle cumhurbaşkanlığının ilk döneminde aktif olarak bir Afrika siyaseti yürütülmüştür. Ahmedinejad’ın halefi ve Batı ile bir diyalog ortamı yaratarak bir anlaşma sağlayabilen Hasan Ruhani ise 8 yıllık cumhurbaşkanlığı boyunca Afrika’ya tek bir ziyarette dahi bulunmamıştır. Çıkan birçok analizin aksine Ruhani’nin Afrika ülkelerini ziyaret etmemiş olmasını, onun bu kıtaya verdiği ehemmiyetin azlığından öte İran’ın siyasi bir hamlesi olarak okumak gerekir. Her ne kadar bugün İran basınında çıkan bazı haberlerde propaganda maksatlı “13. hükûmetten önce (Reisi hükûmeti) Afrika çok boşlandı.”1 temalı metinler yayımlansa da esasında Afrika politikası İran için bir siyaset değil, bizzat Rehber’in direktifleriyle yönlendirilen bir siyasadır. Zira Ruhani hükûmetiyle birlikte İran, bir yandan Batı ile müzakerelerini sürdürürken müzakere sürecinin de verdiği görece rahatlıktan istifade ederek Afrika’daki ağını çok daha derinleştirmiş ve yerleşik hâle getirmiştir. Yani eski siyasetinden vazgeçmemiş, sadece birincil konu olarak gündemde tutmamıştır. İran bu dönemde Sahra Altı’nda, Doğu Afrika’da, Cezayir’de, Nijerya’da ciddiye alınması gereken ağlar kurmuş, silah satışları gerçekleştirmiş, hastaneler kurmuş ve okullar açmıştır. Nitekim Donald Trump Dönemi’nde şiddetle savunulan “İran’ın baskılanması gerektiği”ne yönelik fikir de İran’ın sadece nükleer konularda değil, birçok sahada bahsi geçen örtülü faaliyetlerinden vazgeçmemiş olmasından ve daha da ileri gitmesinden kaynaklanmaktadır. Bu politikaların sahadaki uygulayıcısı konumundaki Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’ye yönelik suikast da yine bu perspektiften okunabilir.

İran on yıllardır Afrika’da yumuşak güç araçlarıyla varlık gösterip siyasi bir zemin yaratmaya çalışmıştır. Afrikalı ülkelere teknoloji transferi sağlama çabası, Güney Afrika gibi hâlihazırda belli bir gelişmişlik seviyesinde olan ülkelerle ise gaz-petrol ihracatı ve ikili iş birliklerinde bulunmuştur. Bunun yanı sıra Afrikalı öğrencilere İran’da geniş burslar sağlanmakta, İran tarafından hastaneler inşa edilmekte, Uganda gibi ülkelerde polis teşkilatının eğitimini İran üstlenmekte ve İran’ın önemli otomobil üretim firması SAIPA Cezayir’deki üreticilerle ortaklıklar gerçekleştirmektedir. Son olarak İran’ın önemli yumuşak güç araçlarından biri olan el-Mustafa Üniversitesi, Afrika’da ciddi bir ağa sahiptir ve Fildişi Sahili’nden Zanzibar’a, Senegal’den Burkina Faso’ya kadar birçok yerde şubesi bulunmaktadır. İran, bu faaliyetleriyle genel manada kendisini Batılı güçlerden ayırmaya çalışmakta ve “sömürmek için değil, kalkındırmak için” orada olduğu imajının altını doldurmaya çalışmaktadır.

İran’ın sert güç araçları ve Kudüs Gücünün faaliyetleri, Batılılar tarafından Afrika kıtasından özellikle uzak tutulmaya çalışılmıştır. Değişen paradigmalarla birlikte Rusya’nın ve Çin’in Afrika açılımlarıyla bu durumun da değişmeye başladığını söylemek mümkündür. Zira İran’ın artık sahada (özellikle Batı ve Doğu Afrika’da) askerî faaliyetlere destek verdiği bilgileri kamuoyuna yansımaya başlamıştır. Keza İran’ın Batı Sahra’daki faaliyetlerinden dolayı Fas, 2 Mayıs 2018 tarihinde İran ile diplomatik ilişkilerini tam manasıyla koparmış durumdadır. Fas Dışişleri Bakanlığı, ilişkileri kesme sebebi olarak Hizbullah’ın ve Cezayir’deki İran Büyükelçiliğinin ayrılıkçı hareketlere verdiği desteği göstermiştir.

İsrail merkezli Meir Amit İstihbarat ve Terörizm Bilgi Merkezinin 12 Mayıs 2023 tarihinde yayımladığı rapora göre İran, Doğu Afrika’da da terörü desteklemektedir. Nitekim bire bir mülakat yaptığımız ve bölgede uzun yıllar görev yapan askerî uzmanlardan birinin görüşüne göre İran’ın Yemen İç Savaşı’ndaki rolü özellikle Doğu Afrika’da olumsuz bir imaj yaratmaktadır. Doğu Afrika’da önemli bir Yemen diasporasının varlığından bahseden ilgili uzman “Bölgede eş-Şebab militanlarının Yemen medreselerinde yetişmesi ve bunun yanında Yemen’in terörize olmasıyla birlikte şiddetin Afrika Boynuzu’na sıçradığı görüşü bulunmaktadır ve bundan, dolaylı olarak İran da suçlanmaktadır.” demektedir. Meir Amit’in raporu da bu argümanı doğrular niteliktedir. Rapora göre İran, İslam Devrimi'nden bu yana Doğu Afrika'da hem açık hem de gizli faaliyetlerde bulunmuştur. Bu faaliyetler, Hizbullah gibi örgütler üzerinden ve bölgedeki yerel örgütleri destekleyerek gerçekleştirilmiştir. DMO, eş-Şebab’ı silah ve para ile destekleyip ülkedeki yabancı güçlere yönelik terör faaliyetleri gerçekleştirmesinde yardım etmektedir. Bunun yanında İran; Yemen’deki, Kenya’daki, Güney Sudan’daki, Tanzanya’daki ve Mozambik’teki paydaşlarına silah ve diğer teçhizatların aktarımı için Somali’yi bir üs olarak kullanmaktadır. DMO üzerinden Somali’deki suç ağıyla ilişkiler geliştirmiş ve Somali’de petrol kaçakçılık ağı kurarak Afrika’nın her yanına petrol satabilmiş; bu yolla da ABD’nin petrol yaptırımlarını delebilmiştir.

Keza İran, son yıllarda Etiyopya'ya silah göndererek ve İsrail'in Etiyopya'ya silah tedarik kısıtlamalarını eleştirerek bölgedeki etkisini artırmaya çalışmıştır. Ancak İran'ın bu girişimlerinden bazıları tespit edilmiş ve engellenmiştir. Örneğin, 2021'de Etiyopya'da İranlı ajanlardan oluşan bir hücre ortaya çıkarılmış ve 2022'de Tanzanya'da bir İranlı tutuklanarak planlanan saldırılar engellenmiştir. Önde gelen düşünce kuruluşlarından birinin bünyesinde bölge üzerine çalışmalar yapan bir uzmanın görüşüne göre ise İran, orta ve uzun vadede Afrika Boynuzu’na nüfuz edebilmek adına bölgede var olan sınır anlaşmazlıklarını kaşıyabilir ve bu faaliyetlerin hedefi sadece yaptırımı delmek değil, dünya ticaretinin can damarı olan Afrika Boynuzu’na nüfuz etmek yahut en azından istikrarsız hâle getirmek olabilir.

İran’ın kıtadaki örtülü faaliyetlerine yönelik yakın zamana ait onlarca örnek yazılabilir. Ne var ki yazının kapsamını genişleteceğinden dolayı bu faaliyetlerin tamamına yer verilmemiştir. Ancak bu olaylar, İran’ın yıllar boyu yürüttüğü yumuşak güç faaliyetlerini ne noktalara taşıyabileceğini gösteren örneklerdir. ABD öncülüğündeki ittifak, İran’ın bu faaliyetlerini engellemek adına birçok istihbari ve askerî çaba gösteriyor olsa da Rusya ve Çin’in rollerinin de İran’ın faaliyetlerinin yönü noktasında etkili olacağının altını çizmek gerekmektedir.

Yazının doğrudan konusu olmamasından dolayı burada detaylandırılmayacak olsa da Rusya’nın Afrika’daki mirasının, diğer ülkelerden daha farklı olduğunu belirtmek gerekir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) Dönemi’nden bu yana Ruslar; Afrikalıların aklında sömürgeci, köleleştiren ve zenginlikleri çalan bir ulus olmaktan öte kalkınmayı destekleyen, mühendisler yetiştiren, Afrika’nın mücadelesinde Afrika’nın yanında tavır alan bir pozisyondadır ve o günlerden beri kurduğu ağlar her ne kadar 1990’lı yıllarda hasar almış olsa da 2010’lardan itibaren yeniden dirilmiş ve genişlemiştir. Dolayısıyla Panafrikanist söylemlerde Rusya, diğer büyük güçlere oranla farklı bir yerdedir. Konuyla ilgili görüşülen uzmanlardan biri; Rusya’nın Afrika’daki yatırımlarının 2007’den itibaren ciddi seviyelere ulaştığını, bölgede 60 senelik varlığının ciddiye alınması gerektiğini, Afrikalı ülkelerin Rusya aleyhine yapılan BM oylamalarında genellikle çekimser oylar kullandığını belirtmiştir. Keza SSCB Dönemi’ndeki propaganda afişlerinde mutlaka siyahi bir işçi afişe yerleştirilmiş, böylece Afrikalılara “Sen de bizdensin!” mesajı düzenli olarak verilmiştir. Pie News’un 4 Ağustos 2023 tarihinde yayımladığı bir haberde ise Rus üniversitelerinden burs alan Afrikalı öğrenci sayısının %150 oranında arttığı, 2024 itibarıyla 47.000’den fazla öğrenciye ulaşılacağı ve Afrika-Rus ortak okullarının kurulacağı belirtilmiştir. Buna benzer iş birliği örneklerini çoğaltmak mümkündür. İran ve Rusya’nın özellikle askerî konularda iş birliği artıkça Rusya, İran’ı ve İran’ın vekil güçlerini Afrika’da sahada görmek ve kendi politikalarının bir uygulayıcısı gibi kullanmak isteyebilir.

Çin için de benzer şeyleri söylemek mümkündür. 2000’li yılların başında etkisini artırmaya başlayan Çin’in, 2006 Çin-Afrika Zirvesi itibarıyla etkisi hissedilir hâle gelmiştir. Çin’in de sömürgeci geçmişinin olmaması ve ülkelere madencilik, enerji, altyapı ve tarım sektörlerinde yüz milyonlarca dolar yatırım yapıyor olması; Fransa gibi eski aktörlere karşı elinin güçlenmesine yardım etmektedir. Görüşülen uzmanlardan bir diğeri, konuyla alakalı İran’ın siyasetinin Çin’den çok bağımsız olamayacağını; dolayısıyla Çin’in yatırımlarının ve hareketlerinin takip edilmesinin oldukça önemli olacağını belirtmiştir. Bu anlamda büyüyen İran-Çin ortaklığını ve içeriği tam olarak bilinmeyen 25 yıllık anlaşmayı da hatırlamak gerekir. Çin de zaman içerisinde İran’ı bir politika uygulayıcı aktör olarak sahada görmek isteyebilir ve İran’ın sahadaki varlığını artırması anlamında önünü açabilir.

    1.   Devrim’den Günümüze İran’ın Afrika Politikalarının Genel Çerçevesi

          1.1 İran-Irak Savaşı: Ticaretin Devamlılığı ve Siyasi Destek Arayışı

İran’ın Afrika’ya yönelik siyasetinde geriye gidildiğinde Devrim’in hemen sonrasında İran-Irak Savaşı’nın patlak vermesinin her alanda olduğu gibi Afrika siyasetinde de etkili olduğu görülmektedir. Bu dönemde İran’ın politikalarında ticarete devam edebilmek, hasımların etki alanını kırmak ve savaş sırasında hasıl olan ihtiyaçları sağlayabilmek gibi hususlar öne çıkmıştır. Irak’ın İran’a görece daha iyi olan ikili ilişkilerini kırmak da yine İran’ın stratejik hedeflerinden biri olmuştur. Bu bağlamda İran, ilişkilerini Batı karşıtlığı söylemler ve ekonomik ilişkiler ikilisi üzerine kurmuş, Batı karşıtlığı söylemini ise kıtaya nüfuz edebilmek ve ihtiyacı olan diplomatik ve ekonomik destekler için araçsallaştırmıştır. Zira bu iki konu, İran için o dönemde her türlü meselenin önünde hayati konulardır.

İran, savaşı başlatması hasebiyle ve uluslararası alanda düşmanını zor durumda bırakabilmek adına Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulundaki oylamalarda lehine sonuçlar çıkartmak istemiştir. Afrika ülkelerinin de oyunu almak isteyen İran, bu stratejisi gereği kıtadaki diplomatik temsilcilik sayısını yükseltmiştir. O günlerde birçok muhalif liderle de temasa geçen İran, bu liderlerin Batı karşısında verdikleri mücadelede yanlarında olma sözleri vermiş ve buna göre kısıtlı sayılabilecek faaliyetlerde bulunmuştur.

Yukarıda da değinildiği üzere İran’ın Afrika politikaları temelde iki yönlüdür. Bunlardan biri ideolojik, diğeri ise reel politiktir. Devrim’in ilk yıllarında Güney Afrika’da da apartheid rejimine karşı gösterilen direnişe İran içerisinden ciddi bir sempati duyulmuş (belki de fırsat olarak görülmüş) ve bu sempati ile sahada da bulunan paydaşlarla birlikte açıktan Güney Afrika’ya destek sağlanmıştır. O kadar ki Güney Afrika’daki başarının İran eliyle gerçekleştiğini açıkça belirten metinler basında yer almaktadır. Örneğin, 23 Ocak 2019 tarihinde Mehr News’ta “Ayetullah Hamenei’nin Nelson Mandela’nın Zaferine Etkisi” başlığıyla çıkan bir haberde, Ayetullah Hamenei’den naklen bir olay aktarılmıştır. Haberin dili ve hikâyenin içeriği, İran’ın dönemin Afrika politikalarına dair bakış açısı ve söylemler bakımından önemli ipuçları vermektedir. Buna göre Ayetullah Hamenei, cumhurbaşkanlığı döneminde Afrika’ya yaptığı bir gezi sırasında kendisini temsilen bir kişi Mandela’nın durumunu öğrenmek için Güney Afrika’ya gitmiş ve Mandela, hapishane çıkışında onu serbest bırakma çabaları için Hamenei’ye gayriresmî olarak teşekkür ziyaretinde bulunmuştur. Ziyaret esnasından Hamenei, İslam Devrimi’nin nasıl başarıldığını anlatarak başarının sırrı olarak kitleleri sokağa çıkarması gerektiğini söylemiştir. Sonrasında ülkesine dönen Mandela birkaç ay sonra kitleleri sokağa dökmüş ve siyasi başarıya ulaşmıştır. Gazete bunu “Devrim’in büyüklüğünün ve küresel etkisinin bir örneği” olarak lanse etmiştir. Bu haberin hedefinin propaganda olduğu ortada olsa da hikâyenin veriliş biçimi ve Devrim’i başka bir devrim üzerinden öğretici nitelikte yüceltiyor olması, söylemsel bazda İran’ın meseleleri ele alışını ortaya koyan güzel bir örnektir.

Savaş süresince İran, İsrail'in etkisini azaltmak amacıyla Hamas gibi grupların Kuzey Afrika'da aktif olmaları için Filistinli bazı grupları teşvik etmiştir. Arafat, Kaddafi ve Mübarek'in İran karşıtı tutumlarını değiştirmeye yönelik girişimlerde bulunmuştur. Afrika'daki direniş gruplarına destek vermiş ve anti-Irak propagandasını yaygınlaştırmak için çalışmalar yapmıştır. 1990'ların ortalarına kadar ABD'nin izlediği ikili çevreleme politikalarına karşı İran, Afrika'da daha kapsamlı güvenlik iş birlikleri oluşturma çabasında bulunmuştur. İran, Afrika'da faaliyet gösteren İslami partilerle ilişkilerini derinleştirmiş ve kıtaya silah satışları yapmıştır. Bu noktada Batı karşıtlığı söylemi ve İran’ın “mazlumların yanında yer alma” (mustazaf-müstekbir meselesi) siyasası kilit bir rol oynamıştır. Devrim’den sonraki 10 yılda Tanzanya, Gana, Sudan, Sierra Leone gibi Afrika ülkelerinde Cihad-ı Sazendegi kanalıyla inşa faaliyetlerine girmişse de genel manada bakıldığında özellikle bu dönemde, İran’ın Afrika politikalarının kapsayıcı bir stratejik vizyondan ziyade devrimci arzular, çıkarlar ve savaşın getirdiği yüklerin etrafında şekillendiğini söylemek mümkündür. Ancak bu durum, yaptırımların ve izolasyon politikasının yükselişiyle birlikte zaman içerisinde stratejik bir yöne doğru evrilmiştir.

1.2. Soğuk Savaş Sonrası Dönem

Soğuk Savaş’ın bitişiyle birlikte dünyada bir kez daha paradigmalar değişmiştir. İran yeniden Afrika’ya açılma hamleleri yapmaya çalışsa da yine istediği başarıyı elde edememiştir. Genel manada Sahra Altı Afrika’ya açılım gerçekleştiren İran, buradaki ülkelere enerji ihraç etmeye çalışarak ekonomisine katkı sağlamak ve Afrika siyasetinde petrol ve tabii kaynaklar ile öne çıkmaya çalışmıştır. Ne var ki İran’ın petrol ihracatını kontrol altına almak isteyen ve İran’ın nükleer politikalarının önüne geçmeye çalışan Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) girişimleri ve BM’nin yaptırım kararları İran’ın işini oldukça zorlaştırmıştır.

Soğuk Savaş sonrası dönemde Cihad-ı Sazendegi, kalkınma maksadıyla Afrika’ya bazı yatırımlar yapmaya devam etmiş, projeler üretmiştir. Keza Bonyad-ı Mustazafan (Mustazaflar Vakfı) aracılığıyla da Sahra Altı’na çeşitli yardım faaliyetleri gerçekleştirilmiştir. Afrika’daki fırsatları değerlendirmek isteyen İran, yukarıda da bahsedildiği üzere ABD’nin izolasyon politikasıyla karşı karşıya kalmıştır. Dönemin Cumhurbaşkanı Ali Ekber Haşimi Rafsancani birçok kez farklı Afrika ülkesine ziyarette bulunmuştur. Bu dönemde büyükelçilik sayısı dokuzdan yirmiye yükseltilmiştir.

Rafsancani Dönemi, İran’ın kendisine yönelik izolasyon ve yaptırım politikalarına karşı Afrika’da aktif olarak diplomasinin yürütüldüğü bir dönemdir. İran-Afrika ilişkilerinin dışında Afrika’da var olan bazı sorunlarda da İran ara bulucu rol üstlenmek istemiştir. Örneğin Uganda, Sudanlı diplomatların Ugandalı bir askere silah deposunu teslim etmeyi reddetmesi üzerine 1995 yılında ilişkileri askıya almış ve iki ülke sınır hattı boyunca birbirlerine karşı isyancıları desteklemekle suçlamıştır. 1996 sonbaharında altı Afrika ülkesini kapsayan bir tur yapan Rafsancani; dört gün Uganda’da, iki gün de Sudan’da kalmış ve iki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden tesis edilmesinde etkin rol oynamıştır.

Muhammed Hatemi'nin cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Mısır ve İran arasında ilişkiler olumlu bir yönde ilerlemeye başlamış ve ekonomik anlaşmalar yeniden hayata geçirilmiştir. 1980'de Enver Sedat'ın devrik İran Şahı'nı kabul etmesi sonucu iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler askıya alınmıştır. Bazı kaynaklar, İsrail ve Türkiye ile savunma iş birliğini dengelemek amacıyla dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in, Mısır'la İran'ın askerî ilişkilerini derinleştirmeye çalıştığını öne sürmüştür. Fakat Mısır yönetimi bu iddiaları kabul etmemiş ve bölgesel bir oluşuma dâhil olmayacaklarını ifade etmiştir.

1.3. Ahmedinejad Dönemi ve Güney-Güney Stratejisi

2005 yılında kendi döneminin bitmesine yakın Cumhurbaşkanı Hatemi bir dizi Afrika seyahatinde bulunmuş ve Senegal, Sierra Leone, Zimbabve, Benin, Uganda, Mali ve Nijerya’yı ziyaret etmiştir. Ne var ki Hatemi Dönemi’nde İran, Afrika’daki bazı büyükelçiliklerini kapatmıştır. Kendisinden sonra cumhurbaşkanlığı görevine gelen Ahmedinejad ise Hatemi Dönemi’nde başlatılan bu açılıma devam etmiş ve Afrika ile ilişkilere özel önem atfetmiştir.

Bu dönemde, Afrika ve Güney Amerika ile ilişkilerin yakınlaşması amacı taşıyan Güney-Güney Stratejisi uyarınca Afrika ülkeleri ile ilişkilerin geliştirilmesine büyük çaba sarfedilmiştir. Ne var ki ABD’nin büyük baskıları sonucunda bu politika da büyük ölçüde iflas etmiştir. Örneğin Ahmedinejad, 2006 yılında Gambiya’daki Afrika Birliği Zirvesi’ne katılmış ve dönemin Gambiya Cumhurbaşkanı tarafından onur konuğu olarak ağırlanmıştır. İran da aynı dönemde Gambiya’ya tarım ve balıkçılık konusunda yardım ile ticari ilişkilerin geliştirilmesi için yatırımlar teklif etmiştir. Ne var ki 2010 yılına gelindiğinde ABD Hazine Bakanlığı, Gambiya’da Hizbullah ile ilişkili şirketlere yaptırım kararı almış; aynı yıl Nijerya’da bir Kudüs Gücü istihbaratçısı tutuklanmış ve Lagos’ta Senegal’den bağımsızlık isteyen ayrılıkçı Kasamans Özgürlük Hareketi’ne yardım etmeye çalışan DMO’ya bağlı bir grupla ilintili olan 13 konteyner silah ele geçirilmiştir. Tahran yönetimi her ne kadar bunun bir komplo olduğunu ve Senegal’in bağımsızlığıyla bir sorunu olmadığını söylese de Gambiya, İran ile bütün ilişkilerini kesmiş ve bütün ortak projeleri iptal etmiştir.

İran’ın örtülü faaliyetlerinin boşa düşürülmesi ve sonrasında bazı Afrika ülkelerine bunun servis edilerek iktisadi ve siyasi desteğin kesilmesini sağlamak, yazının başında da bahsi geçen ABD’nin İran’ı kıtadan uzak tutma stratejisinin parçasıdır. Söz konusu konu; ABD’nin etki alanının, İran’ı politikalarını uygularken kıtada nasıl sıkıştırabileceğine güzel bir örnektir. Bu denkleme, kıtada oldukça etkili olan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri yatırımları ile İsrail’in varlığı eklendiğinde; İran’ın efektif bir normalleşme sağlamadan yahut Çin veya Rusya’nın açık desteği olmadan stratejik hedeflerine ulaşmasının zor olduğu söylenebilir. Ancak bugün itibarıyla İran’ın oldukça yol katetmiş olduğunu da belirtmek gerekir.

Ahmedinejad yönetimi, sosyoekonomik değişimlere bağlı olarak dönüşen global piyasalarda Afrika pazarının maddi önemini göz önünde bulundurarak bu bölgede avantaj sağlamaya çalışmıştır. 8 yıllık yönetimi boyunca, çoğunluğu Bağlantısızlar Hareketi'ne üye olan Sahra Altı Afrika ülkeleriyle ilişkilerini derinleştirmiştir. Ahmedinejad, bu dönem içerisinde birçok Afrika şehrini ziyaret etmiş ve birçok Afrikalı lideri Tahran'da ağırlamıştır. Afrikalı liderlerle gerçekleşen görüşmelerde Batı'ya olan karşıtlık ve enerji-teknoloji iş birliği temaları ön plana çıkmıştır. Ahmedinejad Dönemi’nde de İran’ın Afrika politikasında bu iki tema benimsenmiştir. İran, Afrika'daki hükûmetlerle ilişkilerini sürdürürken Batı’ya karşı bir tutum sergileyerek ortak bir zemin bulmaya çalışmış ve enerji-teknoloji alanında iş birliği teklifinde bulunmuştur. Yine de Afrikalı liderler, İran’a rakip güçlerle daha güçlü ilişkiler kurarken İran ile seçici bir şekilde ilişki kurmayı seçmişlerdir.

1.4. Sessiz Kökleşme: Ruhani Dönemi

Ruhani Dönemi’nde Afrika, görünürde birinci öncelik gibi görünmese de İran, önceki olan bitenlerden de hareketle daha sakin ve istikrarlı bir siyaset yürütmüştür. Sağlık, Tedavi ve Tıbbi Eğitim Bakanlığından üniversitelere kadar birçok kurum, ikili olarak Afrikalı ülkelerle ilişkilerini geliştirmeye çalışmış ve kıtadaki ağları geliştirme, siyasi bir taban yaratma çalışmaları gerçekleştirmiştir. Hastanelerden sağlık turizmine, öğrenci burslarından kolluk kuvveti personel eğitim çalışmalarına kadar birçok noktada İran, kıtada faaliyetler göstermiştir. Sivil toplum kuruluşları, dinî örgütler, iş dünyası ve aktivistler üzerinden ilişkilerini daha da derinleştirmiştir. Dolayısıyla birçok analizin tersine İran, Ruhani Dönemi’nde de Afrika’yı boş bırakmamış, sadece daha sakin bir siyasetle varlığını derinleştirmeye ve genişletmeye odaklanmıştır.

Ahmedinejad Dönemi’nde yaptırımlarla mücadele için kurulan Bonyad-ı Daneş (Bilim Vakfı), Ruhani Dönemi’nde uygulanmak istenen projelerin hayata geçirilmesinde fon sağlamak açısından önemli bir rol oynamıştır. Nükleer Anlaşma ile küresel güçlerle de bir nebze olumlu bir gündem yakalamasıyla İran, Afrika ülkeleriyle ticari bağlarını tekrar inşa etmeye başlamış ve bu durum, bu ülkeler tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Keza ilişkileri daha da güçlendirmek için doğrudan uçuşlar, deniz hatları ve üçüncü ülkeler üzerinden kara ve demir yolu transit rotalarıyla İran’ı Afrika’ya bağlama üzerine eğilinmiştir. Bütün bunlarla birlikte güvenlikçi politikalar ihmal edilmemiş ve bu dönemde DMO da bölgedeki temaslarını geliştirmiştir. İran bu dönemde; Somali, Cezayir, Nijerya gibi ülkelerde stratejik bir derinlik inşa etme çabasında bulunmuş, ağlarını genişletmeye çalışmıştır. Nitekim yukarıda bahsi geçen Fas’ın İran rahatsızlığı, bu stratejik derinlik çabalarının bir yansımasıdır.

 

Nükleer Anlaşma sonrası eli biraz daha rahatlayan İran’ın Afrika ülkeleriyle ticaret hacmi, takip eden iki yılda %23 artış göstermiştir. 30 Afrika ülkesine ihracat teşvikleri sunulmuş ve kıtaya yapılan ihracat neredeyse %100 artış göstermiştir. Öyle ki 2018 itibarıyla İran’ın ticaret hacmi 1,7 milyar dolara ulaşmış, Umman ve BAE’nin ardından Körfez ülkeleri arasında üçüncü sıraya kadar yükselmiştir. Bunda LPG, metanol, demir, çelik, kömür, çimento gibi kalemlerin ihracatı büyük rol oynamıştır. Öte yandan el-Mustafa Üniversitesi faaliyetlerini artırmış, Şehit Beheşti Üniversitesi Tıp Fakültesi üzerinden de Uganda gibi ülkelere hastaneler açılmaya başlanmıştır. Bütün bu gelişmeler, İran’a yönelik izolasyon politikasının bir nebze azalmasıyla potansiyelini Afrika’ya taşımaktaki hızının ne noktada olabileceğinin göstergesi durumundadır.

Trump yönetiminin Nükleer Anlaşma’dan çekilmesi ve yaptırımların ağırlaşmasıyla birlikte bu ilerleme de sekteye uğramıştır. İran, gelecek yaptırımlara bir tedbir ve alternatif arayışına girmiş ve bizzat Rehber’in talimatıyla “direniş ekonomisi” bağlamında Afrika ülkeleri ile olan ticaret hacmini hızla artıracak faaliyetlere girişmiştir. Hızla büyükelçilik sayısını artırmaya çalışmıştır. Her ne kadar Cumhurbaşkanı Ruhani Afrika’ya tek bir ziyaret yapmamış olsa da dönemin Dışişleri Bakanı Cevad Zarif beş kez kıtayı ziyaret etmiş ve uzun zamandır yürüttüğü sağlık ve eğitim gibi yumuşak güç unsurları üzerinden Afrikalı liderlerle iş birliğini geliştirme çabasını artırmıştır.

ABD yaptırımlarının tekrar gündeme geldiği dönemde İran, Afrika’da hazırlıksız değil; aksine bir seviyeye kadar kıtada ağlarını kurmuş ve daha da yerleşmiş hâle gelmiştir. Öte yandan İran, Afrika'da açıkça desteklediği gruplar dâhil olmak üzere birçok hareket ve grupla Orta Doğu’dakinden farklı olarak ideolojik anlamda doğrudan benzer görüşlere sahip değildir. Buna karşın son dönemde iyiden iyiye kendini hissettiren Panafrikanist söylemlerle de paralel bir söylem içerisindedir. DMO Kudüs Gücü Komutanı Süleymani suikastı ise direniş cephesini yayma, dolayısıyla İran'ı Afrika'da daha belirgin bir varlık oluşturma yönünde harekete geçirmiştir. Bugün ABD başta olmak üzere “güce karşı güvenlik” düsturuyla İran, Afrika’daki karşıt gruplardan bir blok oluşturma çabası içerisindedir. DMO bu bağlamda Afrika'da karşılaşılabilecek potansiyel tehlikeleri belirlemiştir. Süleymani’nin halefi İsmail Kaani, Afrika'da direniş hareketlerini teşvik etme ve yeni "direniş güçleri" oluşturma görevini üstlenmiştir. Rehber Ayetullah Hamenei, Kaani'ye ülkenin stratejik derinliğini Orta Doğu’dan Afrika'ya doğru genişletmesi yönünde talimat vermiştir. Reisi’nin bugün yürüttüğü aktif Afrika siyaseti de bunun siyasi ayağını oluşturmaktadır. Bütün bunlar, İran'ın Afrika'da öncekinden daha etkin bir rol almayı hedeflediğini göstermektedir. Ancak ABD, olası güç boşluklarına karşı yeni tedbirler almakta ve (doğrudan İran’a karşı bir içeriği olmasa da) özellikle Afrika’nın Atlantik kıyısındaki ülkelerle yeni anlaşmalara gitmektedir. AFRICOM’un, ABD diplomatik misyonlarının ve CIA’in kıtada aktif olarak sürdürdüğü varlığı da unutulmamalıdır. Bu noktada ABD için konunun sadece İran olmadığı, kıtada Çin ve Rusya’nın da faaliyetlerini artırdığını hatırlatmakta önem bulunmaktadır.

1.5. Direniş Cephesini Genişletmek: Reisi Dönemi

Reisi dönemiyle birlikte Batı ile ilişkiler yeniden çözümden uzak bir hâle gelmiş ve Nükleer Anlaşma’dan uzaklaşılmıştır. 2005-2006 yıllarındakine benzer siyasi manevralar tekrar gerçekleşmeye başlamış ancak bu kez Ukrayna savaşının da etkisiyle Rusya gibi küresel aktörlerle çok daha yakın ilişkiler geliştirilmeye başlanmıştır. Benzer bir yöneliş bizzat Devrim Rehberi Hamenei tarafından son bir yılda defaatle dile getirilmiş ve gerek Reisi gerek İranlı bakanlar, Afrikalı mevkidaşlarıyla birçok kez bir araya gelmişlerdir. Öyle ki 29 Ağustos 2023 tarihinde Hamenei yaptığı bir konuşmada “Afrika, Güney Amerika ve Asya ile irtibat; dünya ile irtibat demektir.” diyerek stratejinin doğrultusunu açıkça çizmiştir. Nitekim Batı tarafından dışlanan İran’ın BRICS ve Şangay İşbirliği Örgütüne (ŞİÖ) üyeliği de bu stratejinin uzantısıdır ve İran’ın Afrika politikaları da bu stratejinin bir diğer ayağı olarak okunmalıdır. Bu noktada Afrika’ya verilen ağırlığın görece çok düşük olduğu düşünülen Ruhani Dönemi’nden hemen önce göreve gelen ve Ruhani Dönemi de dâhil 5 yıl boyunca İran Dışişleri Bakanlığında Arap ve Afrika işlerinden sorumlu dışişleri bakan yardımcılığı görevini yapmış bulunan Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın bugün İran dışişleri bakanı olması da dikkat çekicidir.

İsrail’in uzun zamandır Afrika Birliğine üye olma hedefi bulunmaktadır. Öyle ki 2021 yılında Afrika Birliği Komisyonu Başkanı Musa Faki Mahamat, İsrail’e gözlemci ülke statüsü verileceğini açıklamış ancak Güney Afrika, Zimbabve, Nijerya ve Cezayir başta olmak üzere 14 Afrika ülkesi tarafından çıkarılması istenmiştir. Bu 14 ülkenin hemen hepsinde İran’ın önemli ilişkilerinin bulunduğunun ve kararın İran’daki Tasnim Haber Ajansı gibi haber kaynaklarında coşkuyla karşılandığının altını çizmek gerekir.

22 Şubat 2022’de Reisi ile Mozambik Cumhurbaşkanı Filipe Nyusi bir araya gelmiş ve Reisi toplantıda ekonomik iş birliği çağrılarının yanı sıra İsrail konusunda da vurgular yapmıştır. Toplantıda Reisi "Batılı ülkeler, Afrika'yı kendileri için istiyorlar ama biz sizi kendiniz için istiyoruz." demiş ve ardından "Batılı ülkeler ve dünyanın hegemonik güçleri sadece Afrika ülkelerinin kaynaklarını kötüye kullanmaya çalışıyorlar. Eğer durum böyle değilse siyonist rejimin Afrika Birliğine katılma girişiminin başka ne anlamı ve nedeni olabilir?" demiştir. Bu açıklamalardan 1,5 yıl sonra, -11 yıl aradan sonra- Afrika’yı ilk ziyaret eden İran cumhurbaşkanı olarak Reisi; Kenya, Uganda ve Zimbabve’yi ziyaret etmiştir. Bu ziyaretin birkaç gün sonrasında İsrail Dışişleri Bakanı Eli Kohen Kenya’ya gitmiştir. 10 saatlik gezinin teması “İran’ın kıtadaki etkinliklerini artırma çabası” olmuş ve Kenya’dan yaptığı açıklamalarda “İran’ın Afrika’daki nüfuzunu arttırma girişimleri karşısında, komşu kıtadaki bağlarımızı sıkılaştırmamız ve İsrail’in konumunu güçlendirmemiz özellikle önemlidir." diyerek doğrudan İran’a mesaj vermiştir.

Bu dönemde iki ülke arasındaki bir başka mücadele alanı Fas ile Moritanya sınırındaki meseledir. Raporlara göre İran, burada da ayrılıkçı grupları desteklemek suretiyle açıktan faaliyet göstermektedir ve yukarıda bahsedildiği üzere Fas, bu sebeple İran’la diplomatik ilişkisini kesmiş durumdadır. Buna karşılık İsrail, Fas ile doğrudan anlaşmalar imzalamış, konu ile ilgili Fas’ın yanında bir tavır almış ve Birleşik Arap Emirlikleri ile beraber söz konusu tartışmalı şehirlerden olan Layun ve Dakla’da konsolosluklar açarak İran destekli ayrılıkçı gruplara karşı Fas’ın yanında durduğu mesajını vermiştir.

İran için Afrika, etki alanını yaymak ve yaptırımlardan kaçınmak için önemli fırsatlarla dolu büyük bir sahadır ve açık veya örtülü faaliyetleri artarak devam edeceği ortadadır. Afrika sahasında birçok rakibi olmasına rağmen İran’da en çok Türkiye hakkında analizler yayımlanmaktadır.

2.  İran’da Türkiye’nin Afrika Politikalarına Yönelik Çıkan Analizler

Pandemi ve Ukrayna savaşı sonrası dünyada bazı paradigmalar değişmiş ve İran, değişen bu yeni dengelerde kendine yeni bir rol biçme çabası içine girmiştir. Çin ve Rusya’nın Afrika politikalarında yer alarak yıllarca uzak tutulmaya çalışıldığı alanda kendisine yeni kanallar açmak istemektedir. Ancak Afrika’nın büyüklüğü ve hacmi göz önüne alındığında her bölgenin ve ülkenin dinamiğinin farklılığı dikkate alınması gereken bir olgudur ve kıtada gerek küresel gerek yerel aktör sayısı oldukça fazladır. Yerel aktörlerin yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, İngiltere, Çin ve Rusya gibi aktörler ile Türkiye, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail gibi Orta Doğu’da da rekabet hâlinde olduğu başka aktörler de kıtada oldukça faal durumdadır. Bu sebeple özellikle son dönemlerde İran kamuoyunda bu aktörlerin Afrika politikalarını analiz eden yazılar yayımlanmaya başlanmıştır. Özellikle Türkiye’nin Afrika’da neyi nasıl yaptığını anlatan yazılar ve konuşmaların sayısında artış yaşanmaktadır. İran’ın Afrika siyaseti hakkında Türkiye üzerinden okumalar yapılmaktadır.

“Türkiye’nin Afrika ile Ticari İlişkisi İran’ın 40 Katı”, “Türkiye’nin Afrika Kıtasındaki Nüfuzunun Yolu ve Rolü”, “İran ve Afrika Arasındaki Ticarette %100 Büyüme: Türkiye’yi Geçmenin Zamanı Geldi” gibi başlıklarla onlarca analiz yayımlanmıştır. Türkiye’nin Afrika siyaseti bu analizlerde genel hatlarıyla diplomatik temsilciliklerin sayısı, ticaret hacmi, Türk Hava Yolları’nın gerçekleştirdiği seferler gibi konu başlıkları altında irdelenmiştir. Analizler genel manada İran’ın bölgeye geç yönelişini eleştirmekte ve Türkiye’nin geçen zaman içerisinde büyük hamleler yaparak İran’ın çok önünde olduğunu belirtmektedir.

Örneğin Fars News’ta, Cumhurbaşkanı Reisi’nin Afrika ziyaretiyle ilgili olarak 3 Temmuz 2023 tarihinde “İran’ın Rakiplerinin Afrika’da Ne İşi Var?” başlığıyla bir analiz yayımlanmıştır. Bu başlığın “İran’ın Afrika’da Ne İşi Var?” diyen muhaliflere karşı cevaben atıldığını belirtmek gerekir. Zira yayımlanan analizin manşet kısmında İran’ın Afrika politikalarına karşı ülke içindeki muhalefetle ilgili olarak açıkça Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri suçlanmıştır. İlgili metinde “Bazıları İran’ın Afrika’da yaptıklarıyla alay ederek siyah ırka hakaret etmekteler. Bu açıklamanın yanına Birleşik Arap Emirlikleri’nin Afrika’yla 50 milyar dolarlık, Türkiye’nin ise 35 milyar dolarlık ticari ilişkilerini koyduğumuzda, İran’ın Afrika’daki varlığına yönelik olumsuz propagandanın arkasında bölgesel rakiplerinin olduğu ortaya çıkmaktadır.” ifadeleri kullanılmıştır. Analizde Türkiye ile ilgili olarak Türkiye’nin diplomatik atılımlarından bahsedilmiş ve Türk büyükelçilikleri ve konsolosluklarını gösteren bir haritayla bölgede oynadığı aktif siyaseti konu almıştır. 2003 yılında 5 milyar dolar olan ticaret hacminin 2021 yılında yedi kat artarak 35 milyar dolara ulaştığı ve Türk müteahhitlerin gerçekleştirdiği projelerin 77,8 milyar doları bulduğu belirtilmiştir. Aynı yazıda Türkiye’nin 45 ülkede ortak ticaret odası olduğu ve 1993’ten bugüne 15.000’den fazla Afrikalı öğrenciye burs vermesinin yanında 26 Afrika ülkesinde 126 tane okul işlettiği bilgisine yer verilmiştir.

Yine Fars News’ta 13 Temmuz 2023 tarihinde “Hükûmetin İran’ın Afrika ile Ekonomik İlişkilerindeki Geri Kalmışlığını Telafi Etme Yönündeki Akıllı Hamlesi” başlığıyla yayımlanan haberde “Aralarında Çin, Türkiye, Avustralya, ABD ve Hindistan'ın da bulunduğu birçok ülkenin Afrika ile kapsamlı ekonomik, ticari ve iktisadi etkileşimleri bulunmakta. Ancak önceki hükûmetin 8 yıl boyunca ihmal etmesi nedeniyle İran, bu büyük ekonomik zafiyetle geride kaldı ancak 13. hükûmet bu geri kalmışlığı telafi etmek ve Afrika ile ekonomik ilişkileri geliştirmek için büyük bir adım attı.” diyerek Reisi’nin Afrika ziyaretini olumlayan bir analiz kaleme almıştır. Aynı analizde Ruhani Dönemi’nde Gana, Zimbabve ve Güney Afrika liderlerinin İran’ı ziyaret ettiği ancak Cumhurbaşkanı Ruhani’nin yapılan davetlere icabet etmeyip reddederek ziyaretler gerçekleştirmediği vurgulanmıştır. Analizin devamında Çin’in faaliyetlerine çok kısaca değinerek Türkiye’nin faaliyetleri uzun uzadıya ele alınmıştır. Türkiye’nin Afrika ülkelerine ihracatı artırmak için yol aradığına ve 2011’den 2015’e kadar %20 artış sağlandığına dikkat çekilmiştir. Aynı şekilde Türkiye’den Afrika ülkelerine uçuşların artışı ve 40’tan fazla ülkeye uçuş gerçekleştirilmesi de ayrı bir başlık olarak ele alınmıştır. Türkiye’nin her yıl 40 Afrikalı ekonomi bakanını kendisiyle anlaşma imzalamak üzere Türkiye-Afrika İşbirliği Konferansı’na davet ettiği bilgisi verilmiş, Türkiye’nin Afrika ülkelerine İran’dan 10 yıl sonra girmesine rağmen İran’ın 40 katı ihracat yaptığının altı çizilmiştir.

Yukarıda verilen örneklerden de anlaşıldığı üzere İran kamuoyu ve bazı yetkililer için Orta Doğu ve Kafkasya gibi Afrika politikalarında da Türkiye birincil rakip pozisyonundadır ve kendilerine ölçüt olarak Türkiye’yi görmektedirler. Türkiye’nin siyasi ve iktisadi hamlelerini yakından takip etmekte ve büyük ölçüde buna göre kendisini konumlandırmaktadır. Şu an söylemsel bazda ilerleyen bu rekabetin sahaya yansıyıp yansımayacağı, eğer yansırsa Türkiye’yi engellemek için ne gibi faaliyetler içine girileceği ve bu faaliyetlerin ne gibi sonuçlar doğurabileceği önemli bir soru olarak masada durmaktadır.

Sonuç

İzolasyondan ve yaptırımlardan mustarip İran için Afrika’da var olmak hayati bir öneme sahiptir. Şu an istediği aşamada ekonomik ve siyasi taban kazanamamış olsa da yaptığı örtülü faaliyetler ve kaçakçılık organizasyonlarıyla kıta üzerinde bir nebze olsun nefes alabilmektedir. İran benzer faaliyetleri Güney Amerika’da da yürütmektedir ve orada da büyük bir sessizlikle yürüttüğü faaliyetlerin dikkatle izlenmesi gerekmektedir. İran’ın Afrika politikaları dönemsel olarak başarısızlıklarla sonuçlansa da istikrarlı tavrını bırakmaması sayesinde dünyadaki konjonktürel değişimlerden faydalanmasını bilmiş ve kıtada kendisine belli bir alan bulabilmiştir. Bu sayede kendisini kıtanın dışında tutmak isteyen aktörlere karşı da önemli ölçüde kazanımlar sağlamıştır. İran’ın bu kıtadaki faaliyetleri yıldan yıla yoğunlaşmıştır. Ayrıca 13. hükûmetin iş başına geldiği tarihten bugüne doğrudan Rehber Hamenei’nin talimatlarıyla beraber Afrika öncelikli gündem hâlindedir ve Batı ile olan ilişkiler veya iç politikada belli paradigmalar değişmedikçe bu şekilde kalmaya devam edecektir.


1 “Afrika boşlandı.” ifadesi; Rafsacani’den Hatemi’ye, Ahmedinejad’dan Reisi’ye Afrika’ya ziyaret gerçekleştiren hemen her cumhurbaşkanı döneminde gazetelerde manşet olmuş, bu isimlerin çoğu açıklamalarında kullanılmıştır.