Protestoların Gölgesinde Nükleer Anlaşma’nın Geleceği

Protestoların Gölgesinde Nükleer Anlaşma’nın Geleceği
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

10 Kasım’da Ahvaz’da genç bir şairin ölümündeki şüpheler nedeniyle gerçekleşen etnik temelli eylemlerden sonra hükûmetin yaptığı akaryakıt zammına yönelik protestolarla İran sokakları yeniden hareketlendi. Daha önce her on yılda bir sokağa döküldüğüne dair analizler yapılan İran halkı artık ikinci on yılı beklemeden farklı gerekçelerle eylemler yapmaktadır. İran’ın yapısal sorunlarının ABD’nin yaptırımlarıyla daha içinden çıkılmaz bir hâl aldığı bugünlerde, halkın tepkilerinin konjonktürel gündemler olarak okunmaması gerekir.

İran’da ekonomik ve sosyolojik krizin derinleştiğini gören Tahran yönetimi mevcut krizden çıkmanın yollarını aramaktadır. Fakat İran’ın ABD ile anlaşmadan bunların üstesinden gelmesi mümkün görünmemektedir. Tahran yönetimi ise Körfez’de gerilimi artırarak ya da Nükleer Anlaşma’daki bazı sorumluluklarını askıya alarak farklı opsiyonlarla ABD’yi bir şekilde ikna etmeye çalışmaktadır. Ancak Güvenlik Strateji Belgesi’nde ABD’ye yönelik tehditler sıralamasında yer alan ve haydut devlet olarak nitelendirilen İran’ın, bölgeyi istikrarsızlaştırdığı, ABD ve müttefiklerini tehdit ettiği, terörist gruplara destek verdiği ve ABD’nin yıkılması için açıkça çağrı yaptığı, günden güne daha etkin balistik füzeler yaptığı, nükleer silah üretme kapasitesini arttırdığı, bölgedeki yayılmacı politikalarının Orta Doğu’yu istikrarsızlaştırdığı ve kendi halkına zulmettiği suçlamaları Trump yönetimi tarafından devam ederken anlaşma zemini bulması zor görünmektedir.

ABD’nin İran’a karşı izlemiş olduğu politikalar ve takındığı tutum hiç şüphesiz İran’ın ulusal güvenlik politikasını etkileyen en önemli faktördür. Bu açıdan İran’ın nükleer programının da güvenlik politikası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Hatırlanacağı gibi İran Nisan 2015’te P5+1 ile yaptığı Nükleer Anlaşma’yla “güvenlik ve ekonomi” arasında bir seçim yaparak uluslararası yaptırımların kaldırılması şartıyla nükleer programına bazı sınırlamalar getirilmesini kabul etmişti. Varılan mutabakata göre santrifüj sayısı 19.000’den 5060’a indirilecek, 15 yıl boyunca İran’ın elindeki uranyum stokları azaltılacak, uranyum %3,67’ten fazla zenginleştirilemeyecekti. Yer altında inşa edilmiş bulunan Fordo Tesislerinde 15 yıl süresince zenginleştirme yapılamayacak, bu tesis teknoloji ve araştırma merkezi olarak çalıştırılabilecek, uranyum zenginleştirme sadece Natanz Tesisi’nde yapılacak, buradaki 2. nesil 1000 santrifüj sökülerek UAEA’nın kontrolüne verilecekti. Ayrıca tüm tesislere UAEA müfettişlerinin serbest erişimi sağlanacak, nükleer silah yapımında kullanılabilecek plütonyum üreten Arak’taki ağır su reaktörü UAEA kontrolünde yeniden tasarlanıp inşa edilecekti. Bunlara karşın İran ekonomisine büyük darbe vuran ambargolar kaldırılacaktı. Ancak anlaşmanın imzalanmasıyla İran ile ABD arasında azalması beklenen gerilim 2017 yılında Donald Trump’ın ABD başkanı seçilmesiyle daha da derinleşmiş, ABD’nin Mayıs 2018’de anlaşmadan çekilmesiyle de krize dönüşmüştür.

İran, anlaşmanın en temel aktörü ABD’nin çekilmesiyle uğradığı zararı diğer imzacı ülkeler aracılığıyla telafi edebileceği ümidiyle uzunca bir süre anlaşma hükümlerine uymaya devam etmişti. Fakat Tahran yönetimi ABD’nin anlaşmadan çekilmesinden bir yıl sonra, 8 Mayıs 2019 gününden itibaren anlaşmayı imzalayan Avrupalı ülkelerin İran’ın taleplerini yerine getiremediği gerekçesiyle anlaşmadan doğan yükümlülüklerini iki ayda bir aralıklarla kademeli olarak askıya almaya başladı. İran şu ana kadar anlaşmadan doğan yükümlülüklerini askıya alma konusunda dört adım attı.

İran’a yönelik yaptırımların kaldırılması karşılığında imzalanan fakat gelinen noktada bu işlevini neredeyse tamamen kaybeden Nükleer Anlaşma’yla ilgili Tahran’ın nihai kararının ne olacağı en çok merak edilen sorudur. Bu açıdan ABD’nin anlaşmadan çekilmesinden beri İran’ın izlediği politikalar, İranlı yetkililerin yaptıkları açıklamalar ve mevcut şartlar dikkate alındığında Tahran yönetiminin üç seçenek üzerinde gel git yaşadığı görülmektedir. Birincisi şartların değişeceği beklentisiyle bekle ve gör stratejisi, ikincisi mevcut ABD yönetimiyle müzakere ve son olarak anlaşmadan tamamen çıkma şeklinde özetlenebilir. Bekle ve gör stratejisi kısa vadede anlaşmanın diğer imzacı taraflarının iş birliğiyle ABD yaptırımlarının aşılması veya hafifletilmesi ile orta vadede mevcut koşullardaki değişim beklentisi olarak iki temele dayanmaktadır. Öncelikle İran’ın daha önce de yaptığı gibi ABD yaptırımlarını belli yöntem veya bazı ülkeleri kullanarak delme düşüncesi olan kısa vadeli planın pek başarılı olduğu söylenemez. Tahran yönetimi daha önceki tecrübelerine dayanarak yaptırımları kısmen de olsa delebileceğini düşünmüştü. Fakat ABD’nin sıkı takip ve gözetleme sistemi nedeniyle bu pek mümkün olmamıştır. Aynı şekilde bu kapsamda mevcut statükoyu muhafaza ederek anlaşmanın ABD dışında kalan tarafları AB, Çin ve Rusya’nın iş birliğiyle yaptırımları hafifletme girişimlerinden de şu ana kadar pek bir sonuç elde edilememiştir. Örneğin Avrupalı ülkelerin girişimiyle geliştirilen INSTEX mekanizması ABD’nin “maksimum baskı” stratejisi karşısında başarısızlığa uğramıştır. Bekle ve gör stratejisinin bir diğer ayağı olan orta vadede mevcut koşullardaki değişim beklentisi Trump’ın bir sonraki ABD seçimlerinde başarısız olması olasılığına dayanmaktadır. Buna göre Tahran yönetimi önümüzdeki ABD seçimlerine kadar mevcut statükoyu bozacak adımlardan kaçınarak bir sonraki ABD yönetimiyle masaya oturmayı planlamaktadır. Önümüzdeki ABD seçimlerinde aday olması beklenen bazı ABD’li siyasetçilerin, seçilmeleri durumunda Nükleer Anlaşma’yı yeniden değerlendirebilecekleri yönündeki açıklamaları Tahran’ın ekonomik yaptırımlara karşı direnme motivasyonunu artırmaktadır.

İkinci seçenek Tahran yönetiminin mevcut ABD yönetimiyle masaya oturmasıdır. Trump’ın başkan seçilmesinden beri iki ülke arasında cereyan eden sert retoriğe rağmen her iki ülke cumhurbaşkanları geçmişte, masaya oturabilecekleri yönünde sinyaller vermiştir. Trump bir taraftan “maksimum baskı” politikasıyla İran’a yönelik sert yaptırım rejimini devam ettirirken diğer taraftan sık sık Ruhani ile ön koşulsuz görüşebileceğini dile getirmiştir. Zira Trump seçimlere giderken İran’ı müzakere masasına çekerek en büyük dış politika başarısını elde etmeyi amaçlamaktadır. Öte yandan Devrim Rehberi Hamenei ve Cumhurbaşkanı Ruhani de birçok kez mevcut ABD yönetimiyle masaya oturulabileceği yönünde açıklamalarda bulunmuştu. Hamenei 17 Eylül 2019’da yaptığı açıklamada Nükleer Anlaşma’ya geri dönmesi şartıyla mevcut ABD yönetimiyle müzakere masasına oturulabileceği mesajını verirken Ruhani de “memleketin yararına olursa her müzakereye katılırım, herkesle görüşürüm” gibi sözlerle Trump ile görüşebileceği yönünde sinyal vermişti. Ayrıca İran’ın son dönemde Nükleer Anlaşma’nın Avrupalı taraflarına yönelik artan şikâyetleri ve anlaşmadan çıkma yönünde attığı adımlara rağmen Ruhani 11 Kasım Pazartesi günü yaptığı açıklamada Nükleer Anlaşma’da kalmanın İran’ın çıkarına olduğunu savundu. Nükleer Anlaşma’nın korunması durumunda gelecek yıldan itibaren yıllardır İran’a uygulanan uluslararası silah ambargosunun kaldırılacağına dikkat çeken Ruhani, İran’ın herhangi bir kısıtlamaya tabi olmadan silah alımı ve satışı yapabileceğini ifade etti. Haziran 2015’te imzalanan Nükleer Anlaşma’ya ilişkin BM Güvenlik Konseyinin 2231 numaralı kararı uyarınca anlaşmanın imzalanmasından 5 yıl sonra İran’a yönelik uygulanan uluslararası silah ambargosu kalkacaktır.

Son olarak Tahran’ın önündeki seçeneklerden biri de Nükleer Anlaşma’dan tamamen çekilmektir. İran’da mevcut statükonun korunması veya ABD ile müzakere edilmesini savunanların yanı sıra tamamen anlaşmayı terk etme seçeneğini masada tutan bir grup da mevcuttur. Devrim Muhafızları Ordusu ve radikal muhafazakâr siyasi elitlerin başını çektiği bu kesime göre özellikle AB ile yürütülen görüşmelerden sonuç alınamaması sonrası Nükleer Anlaşma İran açısından tamamen yararsız hâle gelmiştir. Dolayısıyla en azından kısa vadede sonuç elde edilmesi beklenmeyen adımlar yerine uluslararası kamuoyunun tüm eleştirilerine kulak tıkayarak yeniden tam kapasiteyle nükleer faaliyetlere başlanması İran’ın stratejik caydırıcılığını artıracaktır. Özellikle Hürmüz Boğazı’nda yaşanan tanker saldırısı ve Aramco saldırıları sonrası Batı’nın takındığı pasif tavır Tahran’ı olası gerginliği arttırıcı adımların sonuçları konusunda cesaretlendirmiştir. ABD’nin anlaşmadan çekilmesinden beri Trump-Ruhani görüşmesinin ilk kez ciddi bir biçimde gündeme geldiği bir ortamda yapılan bu saldırılar İran’ın gerginliği artıcı adımlardan çekinmediğini göstermektedir.

Sonuç olarak Tahran’ın her biri kendi içinde belli komplikasyonları barındıran üç seçenek arasında gel git yaşadığı görülmektedir. Tahran’ın önümüzdeki günlerde bu seçeneklerden hangisini daha ön planda tutacağı ABD’nin “maksimum baskı” politikasının bu ülkeyi ne ölçüde etkileyeceği ve değişen koşullara bağlı olarak gelişecektir. Fakat şu ana kadar yaşanan gelişmeler Tahran’ın bekle ve gör stratejisini diğer seçeneklere göre daha fazla ön planda tuttuğunu ve mevcut koşullarda çok radikal bir değişim söz konusu olmadıkça en azından önümüzdeki ABD seçimlerine kadar bu politikayı sürdürerek zaman kazanmaya çalışacağını göstermektedir. En önemli dış politika kararlarının altında imzası bulunan Hamenei’nin de tercihinin bu yönde olduğu söylenebilir. Her ne kadar Hamenei’nin geçmişteki “ABD anlaşmadan çıkarsa biz yırtıp atarız” gibi sözlerine, Avrupalı ülkelerin “anlaşmadan çıkarız” tehditlerine ve İran’ın kademeli olarak anlaşmadan kaynaklı yükümlükleri azaltma yoluna gitmesine rağmen İran’ın anlaşmanın tamamen ölümü anlamına gelen adımlardan kaçındığı görülmektedir. Örneğin Tahran-Washington hattında gerilim had safhada devam ediyor gibi görünse de İran tarafından Nükleer Anlaşma’nın yükümlülüklerini azaltma kapsamında atılan adımlar dikkatlice seçilmiş ve geriye alınabilir adımlardır. Dolayısıyla kısa vadede gerilimden yana bir tavır alınıyor gibi bir hava esse de İranlı yetkililer uzun vadede yeni bir nükleer anlaşmanın İran açısından iyi bir çıkış yolu olacağının farkındadır. Zira ülkenin en önemli gelir kaynağı olan petrole uygulanan yaptırımlar ülkeyi ciddi bir dar boğaza sürüklemiş durumdadır. Dolayısıyla Tahran yönetimi yaklaşık bir yıl sonra yapılacak ABD seçimlerinde Obama çizgisinde uzlaşmacı bir adayın kazanması ümidiyle ekonomik yaptırımlara dayanma yoluna gidecektir. Ancak yaşanan son eylemler de göstermektedir ki İran halkının ekonomik ve sosyolojik krize bir yıl daha dayanacak gücü ve sabrı kalmamıştır.