Biden’ın Muhtemel İran Anlaşması ve Bölgesel Etkileri
Küresel salgının gölgesinde geçen 2020’nin sonlarında ABD’de gerçekleşen Başkanlık seçimleri, muhtemel etkileri nedeniyle bütün dünya tarafından yakından takip edildi. Seçim sonuçlarının açıklanmasıyla, protesto gösterileri de başladı ve Trump taraftarlarının itirazları kanlı Kongre baskınına kadar vardı. Seçim sonuçları birçok açıdan tartışıldı ve tartışılmaya devam edecek ancak ABD yerleşik düzen temsilcilerinin, başka ülke yönetimlerine muhaliflere karşı siyasal hoşgörü dersi verirken, silahsız ABD seçmenine ve protestoculara birkaç günlük olayların sonunda “terörist” şeklinde hitap etmesi dikkatlerden kaçmadı. Birçok yorumcuya göre genellikle dünyanın farklı bölgelerinde görmeye alışık olduğumuz sahnelerin ABD’nin politik kalbinde gerçekleşmesi, Washington’ın kullanmaya alışık olduğu üstenci-ahlakçı dili bundan böyle kullanmasını zorlaştıracak, en azından inandırıcılığını zayıflatacaktır.
Gerek seçim sonuçlarının ve sonrasındaki gelişmelerin ortaya koyduğu toplumsal ayrışma gerekse de bir süredir gözlemlenen ABD’nin küresel düzlemdeki görece ve tedrici zayıflaması, Biden liderliğindeki Demokrat yönetimin enerjisini kısa vadede küresel sorunlardan çok ABD’nin içindeki, bir kısmı yapısal hale gelmeye başlamış problemlere yönlendireceğini gösteriyor. Anlaşılan Soğuk Savaş sonrasında dile getirilen ve ABD liderliğindeki Batı’nın küresel egemenliğinin “sonsuza dek” süreceğini öngören tezler, çok erken dile getirilmiş iddialı sözler olarak tarihteki yerini alacak.
Yine de bu durum yakın gelecekte Biden liderliğindeki ABD yönetiminin başat küresel aktör olarak, temel uluslararası meselelere müdahil olmayacağı anlamına gelmiyor. Biden ve tecrübeli müzakerecilerden oluşturduğu yönetim kademeleri, ellerinde sihirli bir değnek olmadığının farkında olarak, birçoğu Obama döneminden kalma mevcut tüm dosyaları Amerikan çıkarlarını maksimize edecek şekilde ele almaya çalışacaktır.
Biden’ın Bölge Politikası
Obama mirası denildiğinde, bölgede akla gelen konuların başında Suriye’deki halk hareketinin İran ile yapılan nükleer müzakerelerin de etkisiyle rayından çıkarılması ve 1991-2003 Irak senaryosunun tekrarı geliyor. Kimyasal silahlar dahil her türlü kitle imha silahı kullanarak muhalifleri bastırmasına izin verilen Baas merkezi yönetimi siyasi, askeri ve ekonomik baskılarla felç edilirken, bölgenin haritasının değiştirilmesine yönelik uzun vadeli strateji gereği azınlıkların kontrolündeki bölgenin devletleşme sürecine katkı sağlandı.
Obama’dan kalma diğer önemli bir konu olan 2015’te İran ile imzalanan Nükleer Anlaşma hususunda ise Demokrat yönetim Trump’ın yöntemlerine karşı çıksa da KOEP’in (Kapsamlı Ortaklık Eylem Planı) eksiklikleri aradan geçen dört yıl içinde daha fazla görünür hale geldi. Nitekim yeni yönetimde yer alan kişilerin bu süre içindeki yazıları ve görüşleri incelendiğinde, anlaşmadaki açıklar ve İran’ın bölgesel politikaları konusundaki düşüncelerinin büyük oranda Trump ile örtüştüğü görülmektedir.
Gerek Antony Blinken ve Jake Sullivan gibi yeni yönetimin üst düzey isimlerinin gerek yeni dönemde yakından çalışacakları ifade edilen Fransız ve Alman dışişleri bakanlarının İran’la yapılan anlaşma ile ilgili son açıklamalarına bakıldığında kapsamlı bir tablo var görünüyor. Biden yönetiminin ve müttefiklerinin zihninde, 2015’te imzalanan eski anlaşmaya dönülmesinden çok İran’ın bölgesel politikalarının ve füze teknolojisinin de parçası olduğu daha kapsamlı yeni bir anlaşma bulunduğunu söylemek mümkündür. Zira anlaşmanın bazı maddelerindeki zaman tahdidi, İran’ın bölgesel faaliyetlerinin başta Irak olmak üzere ABD’nin askeri üslerini ve elçiliklerini dahi tehdit eder hale gelmesi, yine İsrail, BAE ve Suudi Arabistan gibi müttefiklerini hedef alması ABD yönetimi için bu konuları “acil sorun” haline getirmiştir.
Ortadoğu Politikası
Tahran’ın meydan okumaları karşısında Biden yönetiminin eli, dört yıl öncesine göre bazı açılardan rahatlarken bazı açılardan zorlaşmıştır. Rahatlamıştır; zira Trump yönetimi izlediği “azami baskı” politikası ile İran’ın mali kaynaklarını tüketmiş, ülke ekonomisini iflas seviyesine sürüklemiş, Ruhani hükümetine kamuoyu desteğinin yüzde 5’lerin altına inmesine neden olmuştur. Ayrıca Trump, Kasım Süleymani saldırısında olduğu üzere askeri alanda da İran’ın kırmızı çizgilerini tanımadığını göstermiştir. Trump yönetiminden cesaret alan İsrail de gerek İran içindeki gerekse ülke dışındaki İran varlıklarına yönelik saldırılarını benzersiz seviyeye çıkarmış, Tahran’ın bu saldırılara cevapsız kalışı, özellikle muhafazakâr kesim içinde ciddi tartışmalara neden olmuştur.
Biden’ın Trump’a göre diğer bir avantajı da ülke içindeki olumsuz propaganda konusunda rahat olmasıdır. “Şeytani Trump”a boyun eğmeyen Tahran, uluslararası hukuk ve diplomatik çözüm vurguları yapan yeni yönetim ile masaya oturma konusunda iç politika açısından kendisini daha rahat hissedecektir.
Madalyonun öbür yüzünde daha zorlu bir resim yer almaktadır. Özellikle son iki yıldır yıkıcı yaptırımlara maruz kalan Hameney liderliğindeki elitler, Trump’ın taleplerine benzer taleplerde bulunan yeni yönetimin füze teknolojisi, bölgesel politikalar ya da insan hakları gibi alanlardaki taleplerini kabul etmek istemeyecektir. Zaten bu amaçla Biden’ın seçilmesi ile İran karşı adımlarını çoğaltmaya başlamış, uranyum zenginleştirme oranını artırmış ve kısa süre içinde tüm yaptırımlar kalkmazsa Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı denetçilerini ülkeden çıkaracağını ilan etmiş, bu amaçla Meclis’ten bir de yasa geçirmiştir. Yine İran Trump’ın gidişi ile birlikte bir süredir ara verdiği kapsamlı askeri tatbikatlarını yeniden başlatmıştır. Bu tatbikatlarda özellikle ülkenin füze kapasitesinin ön plana çıkarılması, eli kulağındaki müzakereler öncesinde Biden hükümetine mesaj olarak değerlendiriliyor.
Tahran’ın Elitlerinden Yeni Tavizler Gelebilir
Bugünkü noktada “büyük uzlaşı” için iyimser olmanın yeterince nedeni vardır. Bunların ilki “üçüncü Obama dönemi” olarak kabul edilen yönetimin ana politikalarının öncekine benzer şekilde devam edeceği varsayıldığında, yeni kadroların İran’da bir rejim değişikliği ya da kaos peşinde olmamasıdır. Hatırlanacak olursa Obama nükleer görüşmeler öncesinde Tahran’da meydana gelen ve son kırk yılın en büyük toplumsal protesto olayları olarak kabul edilen 2009 gösterilerinde dahi sessizliğini korumuş ve bu durum ülke içindeki Batıcı kesimlerde büyük hayal kırıklığına yol açmıştı. Bu etken özellikle önemlidir, zira birkaç ay sonra Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gidecek İran’da Hameney sonrası senaryoları da ciddi biçimde etkileyecek bir sistem restorasyonu düşünülmektedir. Bu sürecin sorunsuz şekilde yürütülmesi için ABD ile ilişkiler belirleyicidir.
Daha açık bir ifadeyle Tahran’daki elitler siyasal sistemin bekası ve yeni kuşak politikacılara sorunsuz bir şekilde güç devrini sağlama karşılığında daha önce masaya oturdukları ve bir ölçüde güvendikleri Biden’ın kadrolarına önemli tavizler verebilirler.
Anlaşma için iyimserliğin diğer bir nedeni son günlerde ülke içinde de ses getiren çeşitli kamuoyu araştırmalarının ortaya koyduğu sosyal, ekonomik ve siyasal göstergelerdeki sorunlardır. Sürekli vurgulanan bozuk ekonomik göstergelerin yanı sıra mevcut sisteme güven son derece düşük seviyelere inmiş, ülkeden beyin ve sermaye kaçışı olağanüstü derecelere ulaşmış, örneğin sadece son bir yıl içinde ülkedeki salgınla mücadelenin kötü yönetilmesiyle irtibatlı olarak üç binden fazla doktorun yurtdışına yerleştiği ifade edilmiştir. Yine “barışçıl olması durumunda bir rejim değişikliğini onaylar mısınız?” sorusuna verilen olumlu cevabın yüksekliği yönetici elitler için alarm verici seviyededir. Kısaca mevcut resim sürdürülebilir değildir ve Tahran yönetimi için Biden ile uzlaşma dışında çok az seçenek vardır.
Biden yönetiminin Hameney’i ikna için kullanacağı yöntemlerden birisi de Trump’ın özellikle son bir yıl içinde İsrail’in de katkısıyla kullanıma soktuğu agresif politikaların devam etmesi tehdidi olacaktır. Özellikle Kongre’deki İsrail etkinliği göz önüne alındığında, İran’ın Biden’ı zora sokacak hamlelerden kaçınacağı ileri sürülebilir. Özetle zamanlaması başka etkenlere bağlı olarak değişebilse de Tahran ve Washington arasında müzakere süreci en gerçekçi senaryo olarak karşımızda durmaktadır. Nitekim İran piyasaları da bu senaryoyu satın almış ve dolar başta olmak üzere döviz ve altın fiyatlarında son haftalarda ciddi düşüşler görülmüştür.
Rusya, İsrail ve Suudi Arabistan’ın Tavrı Önemli
İki taraf arasındaki müzakerelerin ve olası bir uzlaşının bölgesel dengeleri de etkileyeceğine kuşku yoktur. Üçüncü ülkeler bu durumun farkında olduğundan Rusya, İsrail ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin tavrı önemli olacaktır. Rusya, İran üzerindeki nüfuzunun azalmasından; İsrail, İran’ın Suriye ve Irak’taki varlığının kalıcı ve resmi hale gelmesinden; Suudi Arabistan ise Demokrat yönetimin kendisiyle ilgili olumsuz düşüncelerin yanı sıra Beyaz Saray’ın Husiler’e vereceği örtülü destekten dolayı tedirginlik duymaktadır. Bununla birlikte bütün ülkelerin müzakere sürecindeki tavırları müzakerelerin kapsamı ve nihai uzlaşının maddelerine bağlı olacaktır. Başka bir deyişle çıkacak sonuçlara göre ülkeler bu anlaşmayı destekleyebilirler. Söz gelimi Tahran’ın Suriye’deki nüfuzunun dizginlenmesi yukarıdaki üç ülkeyi de memnun edecek bir gelişme olarak karşımıza çıkabilir ya da İran’ın füze kapasitesine getirilecek bir kısıtlamaya kimse itiraz etmeyecektir. Dolayısıyla Biden yönetiminin Obama’nın yaptığı gibi İran ile teknik bir konudaki anlaşmanın istenmeyen, yan sonuçlarını dikkate almaması durumunda zaten kırılgan olan bölgesel dengelerde yeni değişiklikler yaşanabilir. Ancak Biden’ın ekibi geçen seferki hatalarını tekrarlamaz, bölge ülkelerinin hassasiyetlerini dikkate alır ve anlaşma İran’ı çatışmacı tavırlarından uzaklaştırırsa, ilgili başkentlerden Obama döneminde olduğu gibi sert bir tepki gelmeyecek hatta böylesi bir uzlaşı bölgesel bir normalleşmenin ön adımı dahi olabilecektir.
...
Bu makale Kriter dergisinin Şubat 2021 sayısında yayımlanmıştır.
Devamını okumak ve dergiye abone olmak için:
https://kriterdergi.com/yazar/hakkiuygur/bidenin-muhtemel-iran-anlasmasi-ve-bolgesel-etkileri