İran ve PKK Sorunu

İran ve PKK Sorunu
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Geçtiğimiz haftalarda başta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu olmak üzere üst düzey yetkililer birkaç defa İran ile Türkiye iş birliğinde PKK terör örgütüne karşı ortak bir operasyon düzenlendiğini açıkladı. Ancak İranlı yetkililerden farklı ve çelişkili açıklamalar gelmesi kafalarda soru işaretlerine neden oldu ve bu durum İran-PKK ilişkisini bir kez daha gündeme getirdi.

İran ve Ayrılıkçı Kürt Hareketleri

Türkiye gibi bir imparatorluk bakiyesi olan İran, çeşitli etnik gruplardan müteşekkildir ve etnik Farsların sayısal olarak azınlıkta olduğu bir ülkedir. İran’da nüfusun yaklaşık %10’unu oluşturan ve büyük ekseriyeti Sünni olan Kürtler ise bütün azınlıklar içerisinde etnik kimlik açısından en bilinçli gruptur. Nitekim yakın tarihteki tek yarı bağımsız Kürt devleti olan Mehabad Cumhuriyeti, 2. Dünya Savaşı’nın hemen ardından Ocak 1946’da Sovyetler Birliği’nin desteğiyle İran topraklarında kurulmuştur ve söz konusu oluşum bütün Kürtler arasında tarihî bir referans noktası olarak kullanılmaktadır.

Kürtlerin İran içindeki siyasi faaliyetleri ve merkezî yönetim karşıtı hareketleri işgal dönemiyle sınırlı kalmamış ve 1979’daki İslam Devrimi’nin ardından da Kürtler siyasi ve askerî güçlerini kullanarak bağımsızlık ya da özerklik isteklerini gündeme getirmişlerdi. Fakat yeni yönetimle bir uzlaşma sağlanamayınca taraflar arasında kanlı çatışmalar yaşanmıştı. Nihayet ülkedeki Kürt isyanının bastırılabilmesi ancak Irak Savaşı’nın yol açtığı katı savaş koşulları içinde ve olağanüstü tedbirler kullanılarak mümkün olabilmiştir. İran’da bugün de başta İKDP ve Komele olmak üzere muhtelif silahlı Kürt örgütleri zaman zaman güvenlik güçleriyle çatışmalara girmektedir. İran basını söz konusu çatışmaları aktarırken “devrim karşıtları” ya da “eşkıyalar” gibi tanımlar kullanmakta, örgütlerin siyasi-etnik kimliklerini zikretmekten kaçınmaktadır.

Dış Politika Kartı Olarak Kürtler

İran son yüz yıldır ayrılıkçı Kürt hareketleriyle mücadele etmesine ve ciddi bölücülük tehdidine maruz kalmasına rağmen merkezî yönetim özellikle de kendisini güçlü hissettiği zaman bu kartı komşu ülkelere karşı kullanmaktan çekinmemiştir. Bu durumun en önemli örneği 70’li yılların ilk yarısında Şah yönetiminin İsrail’le birlikte Bağdat karşıtı silahlı Kürt gruplarına verdiği yoğun destek esnasında görülmüştür. Dönemin Irak yönetimi söz konusu ayaklanmaları bastırmakta zorlanınca İran’ın şartlarını kabul etmek zorunda kalmış ve taraflar arasında 1975 Cezayir Anlaşması imzalanmıştır. Saddam Hüseyin’in 1979 devriminden faydalanarak anlaşmayı iptal etmeye çalışması iki ülke arasında sekiz yıl sürecek savaşın temel nedenlerinden biri olmuş ancak savaştan herhangi bir sonuç alınamamıştır. Irak’taki Baas Partisi rejiminin devrilmesinden 15 yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen hiçbir Irak hükûmeti söz konusu şartları yeniden kabul etmeye yanaşmamıştır. Nitekim Ruhani’nin son Irak ziyaretinde deklare edilen sonuç bildirisinde anlaşmaya atıfta bulunulması İran tarafının yoğun ısrarları sayesinde olmuştur.

İran’ın PKK İkilemi

Yukarıda belirtildiği üzere yakın tarihte kısa süreli de olsa ilk özerk Kürt devletine ev sahipliği yapan ve devrim esnasında birçok şehrin kontrolünü ayrılıkçı Kürt gruplarına kaptıran İran, Irak Savaşı’nın getirdiği güvenlikçi atmosfer sayesinde bütün etnik ve dinî grupların taleplerini şiddetli bir şekilde bastırabilmiştir. Savaşın ilerleyen yıllarında bir yandan Şah dönemindeki gibi Irak Kürtlerini destekleme politikasına geri dönen İran diğer yandan ise Türkiye’deki Kürt sorununun silahlı çatışmaya evirilmesini yakından izlemiştir. 90’lı yıllara gelindiğinde PKK ile ilişkilerini geliştiren ve özellikle stratejik ortağı Suriye Arap Cumhuriyeti üzerinden ilişkiler yürüten İran, 1998 yılında Türkiye’nin Suriye’ye verdiği ültimatom üzerine arabuluculuk çabalarına girişmiş ve Öcalan’ın Suriye’den çıkartılmasıyla kriz son bulmuştur.

İran-Irak Savaşı’ndan sonra İran’daki Kürt sorununu büyük ölçüde sonlandırdığını düşünen Tahran yönetimi, yurt dışındaki Kürt gruplarla ilişkilerini derinleştirmeye başlamıştır. PKK’nın 1998 yılından itibaren bir kısmı İran sınırları içinde yer alan Kandil Dağlarını ana karargâh olarak seçmesi, İran ve PKK arasındaki ilişkilerin de gelişmesine kapı aralamıştır. Dahası Türk basınında birçok defa İran’ın PKK’lı yaralıları tedavi ettiğine ve sözde komutanlarının Tahran’ı ziyaret ederek İranlı yetkililerle görüştüğüne dair haberler yer almıştır. 90’lı yıllar boyunca İran ve PKK arasındaki ilişkilerin gelişmesinde özellikle Sovyetlerin yıkılmasının ardından Türkiye’nin Orta Asya’ya yönelik söylemleriyle yine bu dönemde İsrail ile geliştirilen askerî-istihbarat iş birliğinin etkili olduğu düşünülebilir. Nitekim aynı dönemde Türkiye’nin öne çıkmasından rahatsızlık duyan Rusya ve Yunanistan dâhil farklı ülkelerin, örgütle ilişkilerini ileri boyutlara taşıdıkları malumdur.

YPG Faktörü

Suriye Devrimi’nin barışçıl protesto gösterilerinden kanlı bir iç savaşa dönüşmesiyle diğer terör örgütlerinin yanı sıra PKK da Suriye’de ciddi alan kazanmıştır. Suriyeli üyeleri aracılığıyla PYD/YPG’yi kuran ve zor durumdaki rejim ve en önemli hamisi İran’dan ciddi bir destek gören örgüt, ilk aşamada rejim tarafından kendisine bırakılan alanların kontrolünü sağlamış ve daha sonra özellikle DEAŞ tehdidini kullanarak dünya kamuoyunda ciddi bir sempati elde etmiştir. Bu dönemde bir yandan Türkiye’ye yönelik uluslararası suçlamaların artması diğer yandan Ankara hükûmetinin sistem içine yuvalanmış paralel terör yapılarıyla mücadelesi nedeniyle dış politikadaki kritik meselelere zamanında ve gereği gibi müdahale edememesi PKK’ya tarihinde olmadığı kadar hâkimiyet alanı ve uluslararası meşruiyet kazandırmıştır.

Kriz esnasında PKK/PYD’nin kazandığı imkânlar bunlarla da sınırlı kalmamıştır. Örgüt adeta yarı-devlet yapısına bürünerek farklı aktörlerle eş zamanlı müzakere yeteneğine de kavuşmuştur. Örneğin bir yandan ABD’nin silah, lojistik ve stratejik propaganda desteğine sahip iken diğer yandan Suriye rejimiyle iplerini koparmadan müzakereler sürdürüp gerektiğinde bu aktörleri birbirlerine karşı koz olarak kullanmaya çalışmıştır. Suriye konusunda, ABD’nin kafa karışıklığı ortadan kalkmadan ve net bir kamplaşma yaşanmadan diğer aktörler gibi PKK’nın da herhangi bir oyuncuyla bağlarını koparıp karşı harekete geçmesi pek olası görünmemektedir. Mesela Trump yönetimiyle birlikte İran içerisinde hareketlenmeye başlayan çok sayıda silahlı terör örgütünün aksine PKK ya da PJAK henüz İran konusunda hiçbir şekilde pozisyon açıklamamıştır. İran’ın PKK ile ilişkisi de tek bir düzlem üzerinden okunamayacak kadar karmaşıktır. Örneğin 2007 yılında ABD tarafından İran’a askerî saldırı ihtimali arttığında PKK PJAK'ı kurmuş ve İran ile çatışmaya başlamıştır. 2011'de zirveye ulaşan çatışmalardan sonra İran ve PKK arasında ateşkes kabul edilmiştir ve söz konusu çatışmasızlık hâli bugün bile sürmektedir. Yine de en şiddetli çatışmalar esnasında bile taraflar arasındaki diyalog ve iş birliği kanalları tamamen kapanmamıştır.

Son operasyonlara dönecek olursak İran gerek Suriye’de gerekse de Irak’ta irtibat içinde olduğu PKK ile kendi güvenliği söz konusu olmadıkça tam ölçekli bir karşılaşmaya girmeyecektir. Bu durum yalnızca PKK’nın bölgesel stratejilerinde ciddi bir değişikliğe gitmesi ve son dönemde şekillenen İsrail-Suudi Arabistan-BAE eksenine tam olarak angaje olması ve İran ile olan köprüleri atması durumunda gerçekleşebilir. Şu an için PKK’nın bu şekilde bir strateji değişikliğine gittiğine dair herhangi bir emare yoktur. Ancak PKK’nın eylem ve harekât kabiliyetiyle kriz anlarındaki mobilize olma potansiyeli herkesin olduğu gibi İran karşıtı kampın da dikkatini çekmekte ve Rakka üzerinden bir ilişki geliştirildiği görülmektedir. Yine de İran’ın sahadaki kabiliyetlerinin farkında olan PKK risk almak istememekte, Suriye rejimi ve İran’la olan ilişkilerini en üst seviyede tutabilmek için ciddi gayret göstermektedir. Dolayısıyla İran’ın Türkiye’nin ısrarcı talepleri neticesinde PKK karşıtı operasyona sınırlı biçimde yanıt vermeye başlaması PKK’nın ABD’nin teşvik ve zorlamalarıyla söz konusu oluşuma yaklaşmaya başlamasıyla ilgili olabilir. Aksi takdirde zaten siyasi, ekonomik ve askerî açıdan çok sayıda cephede mücadele etmeye çalışan İran’ın PKK’yı da karşısına almak istemesi gerçekçi değildir.

Hassaslaşan Türk-Kürt dengesi

Son olarak İran’ın PKK ile mücadelede iş birliği hususunda çekingen davranmasının ve sınırlı ortak operasyonların dillendirilmesini istememesinin nedenlerinden biri de yukarıda değinildiği üzere ülkedeki politik bilinci son derece yüksek Kürt varlığıdır. Kürt sorununu başta Türkiye olmak üzere “başkalarının sorunu” şeklinde lanse etmeye çalışan ve bu minvalde istikrarlı bir söylem ve strateji izleyen Tahran yönetiminin söz konusu çizgiden ayrılması beklenmemektedir. Devrim sonrasında muhafazakâr-reformcu kamplaşması içinde Kürt ve Türk azınlıkların birbirini dengelemesini sağlayan yönetim özellikle Türklerdeki etnik kimliğin de güç kazanmasıyla hassas dengelerde daha da dikkatli davranmak zorunda kalacaktır. Örneğin 90’lı yılların başında Karabağ ve Azerbaycan topraklarının işgaline sessiz kalan ve iç kamuoyundan önemli bir tepki görmeyen yönetimin aynı tavrı sürdürmesi çok daha zor görünmektedir. Nitekim Ermenistan Başbakanı Pişanyan’ın Tahran ziyareti esnasında Ermeni kulübünde çektirdiği fotoğrafta yer alan bir ifade, yalnızca etnik bilinci güçlü genç aktivistler arasında değil Meşrutiyet’ten beri modern İran’ın dönüm noktalarında büyük katkısı olan Tebriz Medreselerinden de ciddi tepki görmüştür. Dolayısıyla bu aşamadan sonra ülke içindeki Kürt milliyetçiliğinin öfkesini Türkiye’ye kanalize etme çabaları da eskisi kadar görünür olamayacaktır.