İran’ın Resmî Din Anlayışının Koronavirüsle Mücadelesi

İran’ın Resmî Din Anlayışının Koronavirüsle Mücadelesi
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz
Kıdemli Uzman Müştak El-Hılo

Koronavirüs salgını sonrasında dünya önemli değişikliklere sahne olacaktır. Meydana gelecek bu değişiklikler diğer alanlarda olduğu gibi iman, dindarlık biçimleri, dinin farklı tefsirleri, dinin akıl ve bilimle ilişkisi gibi alanları da etkileyecektir. Ancak İran’da mevcut yönetim biçimi ve izlenen politikalardan dolayı bu mesele daha büyük sıkıntılara yol açacaktır.

İran İslam Cumhuriyeti’nin Din Alanındaki Tekelci Politikaları

İran İslam Cumhuriyeti kurulduğu ilk günden itibaren tekelci bir politika izlemiştir. İran İslam Cumhuriyeti Anayasası’nın 12. maddesinde ülkenin resmî mezhebi sonsuza dek “İsnaaşeriyye” olarak belirtilmiştir. Bunun da ötesinde Anayasa, mevcut düzeni benimsemeyen herkes için alanı daha da daraltmıştır. Bu bağlamda sadece gayrimüslimler, Şii olmayanlar, İsnaaşeri olmayanlar ya da İsnaaşeri sofileri kısıtlanmamıştır. Bu kısıtlamalar o kadar ilerlemiş durumdadır ki tamamen İsnaaşeri olan Kum İlim Havzası’nda bile Humeyni’nin sesinden başka bir ses duyulmaz hâle gelmiştir. Humeyni’den önce taklit mercii olup ya da İslam Devrimi’ne katılmış olup sonrasında Humeyni’nin dinî yorumuna katılmayanlar ya hapse gönderilmiş ya da ömür boyu ev hapsinde tutulmuştur. Kazım Şeriatmedari, Hasan Tabatabai Kumi, Bahaeddin Mahellati, Rıza Sadr, Murteza Hairi Yezdi, Mehdi Hairi Yezdi, Sadık Ruhani, Muhammed Celal Tahrani ve Muhammed Tahir Âli Şebir Hakani gibi âlimler bu isimler arasında yer almaktadır. Bu açıdan bakıldığında hiçbir yönetimin İran İslam Cumhuriyeti kadar Şii âlimi hapse atmadığı veya ev hepsinde tutmadığı söylenebilir. Yönetim sadece âlimleri değil sıradan halkı da susturmaya çalışmıştır. Bu bağlamda Cuma namazlarında “Velayet-i Fakih’e Karşı Olanlara Ölüm” sloganlarıyla velayet-i fakihi kabul etmeyen sesler bastırılmıştır.

Herkesi Temsilen Ulema

Pehlevilerin kontrolsüz ekonomik kalkınması İran halkında kafa karışıklığına ve kimlik krizine neden olmuştu. Bunun sonucunda halk, kaybettiğini ararken yol gösterici ifadelerinde huzur bulmak adına ulemanın etrafında toplandı. Ulema da bu fırsattan yararlanarak kendisini bilim ve siyasetten, edebiyat ve sanata kadar her şeyi İslamileştiren birer teorisyen konumuna koydu. Böylece toplum kendisini; siyasetçi, iktisatçı, edebiyatçı, sporcu ve doktor mollalarla karşı karşıya buldu. Öyle ki “Havza ve Üniversite Hocası” ya da “Dr. Hüccetü’l-İslam ve’l-Müslimin” gibi unvanların kullanımına sıkça rastlanmaya başlandı. Hâlbuki bu unvanları taşıyanlar ne geleneksel havzayı doğru anlayabilmiş ne de gerçek bilimden bir pay alabilmişti. Böylece 1979’daki İran İslam Devrimi ile belli bir din anlayışına dayalı siyasî hâkimiyet şekillendikten ve üniversitelerin İslamileştirilmek üzere tatil edilmesinden sonra beşeri (sosyal) bilimlerin İslamileştirilmesine gidilmiş hatta düzenin bazı teorisyenleri, doğa bilimlerinin de İslamileştirilmesi çağrısında bulunmuştur. Bu doğrultuda “Kum İnsani Bilimler Kültür Evi” bu meseleleri takip etmek amacıyla kurulmuştur.

Merkezî yönetim, “İrani-İslami Kalkınma Örneği”ni yazarak kendisini normal kanunlardan üst, Anayasa’dan da ast bir statüde konumlandırmıştır. Hâlbuki “Kalkınma Örneği” yazılarak değil eylemle oluşturulur. Bunun da ötesinde bu platformda “İslami” kelimesi de bahsedilen Şiiliğin belli bir yorumuna dayanır. “İrani” kelimesinden ise diğer etnik grupları barındırmayan bazı Farsi kültürel unsurlar kastedilir. Bu örnek temelinde onlarca kurum, kuruluş ve dergi kurulmuş, İrani-İslami yaşam biçimi, İrani-İslami hicap, İrani-İslami giyim, İrani-İslami edebiyat, İrani-İslami tıp, İrani-İslami mutfak vb. oluşturulmak adına yüksek meblağlar harcanmıştır.

Veri ve istatistiklere göre Pehlevi yönetiminden daha başarılı bir sicile sahip olmayan İran İslam Cumhuriyeti, İslamileştirme sloganlarıyla kendisini zaruri bir alternatif olarak göstermektedir. Bunlar arasından “İslami Tıp” sıkça dillendirilen alanlardan biri olmuştur. Öyle ki Kum İlim Havzası’nın önemli şahsiyetlerinden biri İran İslami tıbbının, insanları dinsiz Batı tıbbından bağımsızlaştıracağını iddia ederek modern tıbbın temel kitaplarından biri olan Harrison-İç Hastalıklar kitabını dünyanın gözü önünde ateşe vermişti. Böylece yönetimin dindarlık biçimi, bilim karşıtı ve akıl dışı yaklaşımların meydana gelmesine yol açmıştır.

Yönetimdeki Ulemanın Koronavirüs Salgınına Karşı Tutumu

Dinî bir konuma da sahip olan Devrim Rehberi Hamenei, ilk olarak bu virüsün İran’da yayılmasını ve ona bağlı haberleri yalanladı, sonra önemsiz göstermeye çalıştı, itirafa mecbur olduğunda ise bunun İran’ı hedef alan biyolojik bir silah olmasının mümkün olduğunu iddia etti. Yönetimin salgını inkâr etmesinin ve ciddiye almamasının temel nedeni salgına yönelik üstlenilmesi gereken sorumlulukların Allah’a havale edilmesidir. Nitekim zenginlik dağılımı da göksel adaletin sonucu olarak tanımlanmaktadır. Bu görüşe göre hastalık, virüs ve doğal afetler Allah’ın askerleri olup O’nun dilediği kişilere bulaşmaktadır. Virüsün veya hastalığın bulaştığı kimseler için bu durum yönetimin sunduğu tanıma göre iman sahibi olmayanlar için azap ve Allah’ın intikamı sayılmaktadır. İman sahibi olanlar içinse imtihan niteliğinde olup bu kimseler hastalığa sabretmekle dünyadaki günahlarından arınarak yüksek derecelere ulaşacaktır.

Ancak koronavirüsten dolayı ilk vefatın İran’ın en önemli ilim havzasına ev sahipliği yapan, Şii dünyasının en önemli merkezlerinden biri olup her yıl yurt içinden ve yurt dışından milyonlarca insanın ziyaret ettiği kutsal Kum şehrinde kaydedilmesi durumları değiştirdi. Buranın karantina altına alınmaması virüsün hızlı bir biçimde diğer eyaletlere ve ülkelere yayılmasına neden oldu. Bununla birlikte toplumun aydın kesimleri tarafından türbelerin önlem amaçlı kapatılması önerildiğinde Devrim Rehberi’nin yakınlarından, Hz. Masume Türbe Sorumlusu, Kum şehrinin Cuma İmamı ve Veli-yi Fakih Temsilcisi Muhammed Saidi, 27 Şubat’ta “Biz türbeyi şifa evi olarak biliriz. Şifa evi demek, ruhsal ve bedensel hastalıkları bulunan insanların gelip şifa bulduğu yer demektir. Burası açık olmalı ve insanlar heyecanla buraya gelmeliler.” ifadelerini kullanarak öneriye şiddetle karşı çıktı. Fakat yönetim bir müddet sonra geri adım atmak zorunda kalarak Kum, Meşhed, Rey ve bazı diğer şehirlerdeki türbeleri resmî olarak kapattı ve Cuma namazlarını da iptal etti. Bu gelişme türbe sorumlularının, türbelerin de tıpkı diğer mekânlar gibi virüs barındırıp bu virüsün ziyaretçilere de bulaşabileceğine yönelik bir itiraf niteliğindeydi. Onlarca yıl bu tür dinî edebiyatla yetişmiş olanlardan bazıları bu geri adıma tahammül edemeyip duruma itiraz etti. Burada halkın çoğunluğunun bu kesime eşlik ve yardım etmek yerine onlarla dalga geçmesi ve hatta ithamlarda bulunması dikkate şayandır. Bu noktada halk kendisini fiilî bir ikilemde buldu. Bir yandan türbeleri şifa yerleri olarak kabul eden geçmiş akidelere bağlılık hastalanmalarına neden olurken diğer yandan akılcılık onları önlem almaya ve tıbbi ilaçlara sevk etti. Yönetime yakın bazı mollalar da bu durumu itiraf etti. Örneğin Muhsin Garuyan bir yazısında “Meseleye başka bir açıdan baktığımızda gerçek şu ki bu salgın dinle bilim ve dinle akıl ilişkileri konusunda bazı tartışmalara sebep oldu. Din ve bilim her ikisi gerçek peşinde olup şu ana kadar hiçbiri o gerçekliğe ulaşamamıştır. Kum’da meydana gelen son olaylar ulema ve havzanın itibarını zedelemiştir.” ifadelerini kullandı.

Sonuç

İran toplumu ve gençlerinin; Allah, iman ve insanlar için manevi huzur getirip hayatlarına anlam kazandıran dinle herhangi bir sıkıntısı yoktur. Ancak yönetimin kısıtlı ve gerici din okuyuşunun dini korumak adı altında kendi yorumlarını topluma dikte edip başka yorumlara fırsat vermemesi toplumu “din”e karşı “bilim” ve “akıl” ikilemine sürüklemiştir. İran’ın koronavirüs salgınına karşı tutumu ve sonrasında türbelerin kapatılması toplum nezdinde din anlayışında hızlı bir değişikliğe yol açmış ve gençlerin sekülerizme yönelmesini hızlandırmıştır.