Batı Merkezli Düşünce Kuruluşları ve İran: Ağustos 2024

Batı Merkezli Düşünce Kuruluşları ve İran: Ağustos 2024
Ağustos 2024’te Batı merkezli düşünce kuruluşlarının ve öne çıkan dergilerin İran’a ilişkin ürettiği muhtelif türdeki içeriklerde, İsmail Heniyye suikastı, suikastın bölgesel yansımaları ve İran’ın yeni cumhurbaşkanı mercek altına alınmıştır.
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Foreign Policy dergisinde 1 Ağustos’ta yayımlanan Will Iran’s ‘Axis of Resistance’ Hold Together? (İran'ın 'Direniş Ekseni' Bir Arada Kalabilecek mi?) başlıklı yazıda Steven Simon ve Adam Weinstein, İsrail’in son saldırılarının “direniş ekseni” ittifakını test ettiği görüşünden hareketle bunun tam olarak nasıl bir ittifak olduğu, İran’ın ittifak üzerinde ne derece kontrole sahip bulunduğu ve bu ittifakın olası bir bölgesel/topyekûn savaş durumunda İsrail ve ABD için ne gibi riskler doğurabileceği sorularına cevap aramıştır. Yazarlar ilk olarak 1950'lerde ortaya çıkan Ortadoğu'daki Batı ve İsrail nüfuzuna meydan okumak için vekil güç kullanan Mısır, Suriye ve Irak gibi Arap milliyetçisi rejimlerin desteğine sahip devletlerin ve örgütlerin koalisyonunu ifade eden “direniş ekseni” kavramının, gelinen noktada İran’ın liderliğindeki çeşitli Şii milis gruplarına işaret ettiğini belirtmişlerdir. Bunun devamında yazarlar, Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen’de İran’la koordineli hareket eden söz konusu grupları ele almışlardır. Direnişin “birbirini güçlendiren bir dizi ideolojik ve jeostratejik şartlar tarafından yönlendirildiğini” ifade eden Simon ve Weinstein, birçok devlet gibi İran’ın da bu ittifak ağını gücünü azami düzeye çıkarmak için bir araç olarak gördüğünü kaydetmişlerdir. Ancak yazarlara göre İran’ın söz konusu müttefikleri “devlet olarak nitelendirilemeyen, düşmanları için kolay bir av ve zincirleme çeteleşmeye eğilimli” yapılardır. Bu nedenle İran, mevzubahis eksenin “bitiremeyeceği işlere başlamasını engellemek için büyük çaba sarf etmektedir”. Buna rağmen yazarlara göre söz konusu grupların topyekûn bir savaşta İsrail ve ABD’ye verebileceği maddi ve insanî azımsanmamalıdır. Örneğin İsrail ile Hizbullah arasında çıkacak geniş çaplı bir savaş, Lübnan'ı ve kuzey İsrail'i yerle bir edecek, on binlerce insanın ölümüne yol açacak ama sonuçta büyük olasılıkla Hizbullah'ı yok olmasıyla sonuçlanmayacaktır. Yazarlar Lübnan Hizbullahı'nın yanı sıra Irak'ta ve Suriye'de bulunan İran destekli milislerin, ABD’ye verebilecekleri stratejik zarar sınırlı olsa da ABD birliklerine fiziki yakınlıkları nedeniyle farklı ama aynı derecede endişe verici bir tehdit oluşturduğunun altını çizmişlerdir.

Yine Foreign Policy dergisinde 5 Ağustos’ta Kasra Aarabi ve Jason M. Barodsky tarafından kaleme alınan The Iranian Intelligence Failure Behind the Haniyeh Assassination (Heniyye Suikastının Arkasındaki İran İstihbaratının Başarısızlığı) başlıklı yazıda, Heniyye’nin Tahran’da bir DMO misafirhanesinde suikasta uğramasının neden “muazzam” bir istihbarat başarısızlığı olduğu yazılmış ve suikastın etkilerinin yanı sıra İran’ın İsrail’e nasıl yanıt verebileceği üzerinde durulmuştur. Buna göre suikast, DMO istihbaratına en üst düzeyde bir sızmanın gerçekleşmiş olma olasılığı dâhil olmak üzere İran’da önemli güvenlik açıklarının var olduğunu ortaya koymuştur. İran içinde “terörist liderlerin” rahatça ikamet ederek faaliyetlerini yürüttüğünü savunan yazarlar, İsrail'in Haniye'yi DMO tarafından korunan bir yerleşkede hem de yüksek güvenlik ortamında öldürebilmesinin İran'ın “güvenli bir sığınak” olduğu algısını bozacağını ve bu durumu değiştireceğini kaydetmişlerdir. Hamenei sonrasına ilişkin isimlerin telaffuz edildiği ve senaryoların konuşulduğu bir süreçte gerçekleşen bu suikast, yazarlara göre kaçınılmaz olarak rejimin ülke içindeki güvenlik paranoyasını artıracaktır. Heniyye suikastının ardından DMO istihbaratının yoğun bir tasfiye operasyonuna giriştiğini iler süren Aarabi ve Barodsky, DMO’nun itibarını kurtarmak ve başarısızlıklarını telafi etme konusunda daha kararlı davranacağını belirtmiştir. Yazının son kısmında İran’ın İsrail’e hangi yollarla cevap verebileceği konusuna eğilen Aarabi ve Barodsky’ye göre Tahran’ın misillemesi, ülkenin istihbaratına yabancıların sızmasını tümüyle engelleyecek ve İsraillilerin İran topraklarında rejim karşıtı faaliyet yürütmesinin önüne geçecek şekilde kurgulanacaktır. Ayrıca yazarlar, İran’ın İsrail’i Nisan ayında olduğu gibi insansız hava araçları ve füzelerle vurma yoluna gidebileceği İsrail vatandaşlarına karşı küresel bir terör kampanyası yürütebilir ya da nükleer faaliyetlerini önemli ölçüde artırabilir.

Amerikan merkezli Stimson Center’da 5 Ağustos’ta yayımlanan Will Europe Give Iran’s New President A Chance? (Avrupa İran'ın Yeni Cumhurbaşkanına Bir Şans Verecek mi?) başlıklı yazıda Eldar Mamedov, Avrupa-İran arasında yeni bir diplomasi sürecinin önündeki zorlukları incelemiştir. Heniyye suikastının diplomatik girişimleri olumsuz yönde etkileyeceğine işaret eden Mamedov, suikasttan önce bile diplomasi girişimlerinin önünde birçok engel bulunduğuna dikkat çekmiştir. AB ile İran arasındaki diplomatik ilişkilerde Brüksel’in etkisinin zayıf kaldığına değinen Mamedov, Avrupa’nın İran’a yönelik politikasına yön veren ve E3 olarak bilinen Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya açısından durumun daha endişe verici olduğunun altını çizmiştir. Mamedov’a göre son birkaç yılda Almanya, İran’a karşı en olumsuz bakış açısı içinde bulunan Avrupa ülkesi olmuştur. Mamedov’a göre Tahran'ın Ukrayna savaşında Rusya'ya verdiği destek, insan hakları ihlalleri ve nükleer tırmandırma politikaları sebebiyle İran’a karşı hâlihazırda şahin bir tutum içinde olan Avrupa ülkeleri, Ortadoğu’da artan gerilimde İsrail’in tarafında durdukları için Mesut Pezeşkiyan yönetimindeki İran ile AB arasındaki diplomatik temaslar daha başlamadan geri plana itilebilir. Avrupa’da İran konusunda yükselen bu olumsuz tutumun devam etmesi halinde İran’ın Avrupa ve küresel güvenliği tehlikeye atacak nükleer adımlar atacağına değinen Mamedov, E3/AB için ileriye dönük en mantıklı yolun, özellikle nükleer meselede Pezeşkiyan hükümetiyle diplomatik temas içinde bulunmak olduğunu savunmuştur. Son olarak Mamedov’a göre İran ile Avrupa arasındaki diplomatik süreçler, Ortadoğu’daki gerilimin daha fazla tırmanıp tırmanmamasına ve ABD’deki başkanlık seçimlerinin akıbetine bağlıdır.  

ABD Merkezli The Center for Strategic and International Studies’te (CSIS) 8 Ağustos’ta yayımlanan Why Iran Will Escalate? (İran Neden Gerilimi Tırmandıracak?) başlıklı yazısında Alexander Palmer, Heniyye suikastı sonrasında İran’ın hem uluslararası hem de iç siyasi nedenlerle İsrail'in saldırısına karşılık verme ihtiyacı hissedeceğini iddia etmiş ve şu tespitte bulunmuştur: “Bu misilleme, ülke içindeki muhafazakârları tatmin etmek ve İsrail’i caydırmaya yönelik stratejik ihtiyacı karşılamak için 13 Nisan’daki saldırısından daha etkili bir yanıt vermek gibi kritik bir çerçevede kalibre edilmesi gereken neredeyse imkânsız bir görevdir.” Ayrıca Palmer’e göre “kaçınılmaz olarak gerçekleşecek olan ama bölgeyi daha da istikrarsızlaştırma ya da gerilimi tırmandırma niyeti taşımayacak” bu misilleme, “İran’ın statükoyu yeniden tesis etmeye yönelik kusurlu bir girişimi olarak görülmelidir”. Yazar İran’ın beş seçeneğinin var olduğu görüşündedir: hiçbir şey yapmamak; siber saldırılar gibi düşük profilli eylemler gerçekleştirmek; bir ya da daha fazla hedefe yönelik suikast gerçekleştirmek; dolaylı hava saldırısı düzenlemek; ve vekiller aracılığıyla İsrail’e kara harekâtı düzenlemek. Söz konusu seçeneklerin her birinin olası sonuçlarını inceleyen Palmer, İran’ın Nisan ayındaki hava saldırısına benzer şekilde dolaylı bir saldırıyla karşılık vermesini daha muhtemel bulmuştur. Bölgede gerilimi tırmandırmadan güçlü bir caydırıcı sinyal göndermek için İran’ın son derece yaratıcı olması gerektiğinin altını çizen Palmer, “İsrail’e ve dünyaya henüz açıklamadığı yeteneklere sahip olmadığı sürece” İran’ın İsrail’e vereceği yanıtı dikkatlice kalibre etme çabalarında başarısız olacağını savunmuştur.

Foreign Affairs dergisinde 15 Ağustos’ta yayımlanan The Indomitable IRGC (Karşı Konulamaz DMO) başlıklı Jon B. Alterman ve Sinem Vekil imzalı yazıda, DMO’nun İran cumhurbaşkanlarının ülke için yeni bir rota çizmesini nasıl engellediğine ilişkin ayrıntılı değerlendirmeler yer almıştır. DMO’nun İran hükûmeti ve ekonomisi üzerinde on yıllar boyunca muazzam bir etkiye sahip hale geldiğini vurgulayan yazarlar, söz konusu etkinin İran’ın tecrit edilmesi yoluyla sağlandığının da altını çizmiştir. Yazıda Alterman ve Vekil’in yaptığı bazı tespitler dikkat çekmektedir. Buna göre Pezeşkiyan’ın seçilmesine çok fazla anlam yüklememek gerekmektedir. Zira İran’daki cumhurbaşkanları “yetkileri olmayan ama sorumlulukları olan” kişilerdir ve “seçilmemiş liderlerin” ülkedeki etkisi daha fazladır. Yazarlara göre, kuruluşundan günümüze ulusal güvenliği korumaya yönelik anayasal yetkileri ve İslam Cumhuriyetine duyduğu ideolojik bağlılığı ve sadakati sayesinde hem siyasi hem de ekonomik olarak emin sistematik şekilde güçlenerek hâlihazırda tüm kurumlarda olmasa da çoğu kurumda nüfuz sahibi hale gelen DMO, Pezeşkiyan’ın reform ve ılımlılık yönündeki çabalarının önündeki en önemli engel olacaktır. Alterman ve Vekil’e göre Hamenei sonrasında “istikrarın garantörü” konumuna gelecek olan DMO, Hamenei’nin halefinin belirlenme sürecini de kendi çıkarlarını koruyacak şekilde yürütecektir. Bu bakış açısıyla yazarlar, İran’da kapsamlı bir değişim beklentisi içinde olan Batılı güçlerin, sadece Pezeşkiyan’a güvenmeyerek DMO’nun da çıkarlarını hesaba katması gerektiğini savunmuşlardır. Zira Pezeşkiyan, İranlılara daha fazla sosyal özgürlük ve ekonomik rahatlama sağlama konusunda ancak görece bir başarı elde edebilecek ve bu da İran’ı kapsamlı şekilde ılımlı bir istikamete götürmekte yetersiz kalacaktır.