İranlı Kadınların Hak Arayışı ve Batı

İranlı Kadınların Hak Arayışı ve Batı
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Mehsa Emini’nin şüpheli ölümü ve bu olayın ateşlediği kadın protestolarının başlamasının üzerinden bir aydan fazla süre geçmiş durumda. Emini’nin ölümü, İran’daki kadın hakları meselesini hem İran içerisinde hem de uluslararası medyada tekrar gündeme getirdi. Hadisenin detayları göz önüne alındığında bu hadiseyi, kadın başlığı altında incelemek şüphesiz olağan bir durumdur. Ancak konu; bilinçli bir şekilde ulusal güvenlik, terörizm, etnik ayrımcılık ve ekonomi gibi kavramların tartışıldığı bir alana dönüştürülmüştür. Tıpkı diğer ülkelerdeki kadın meselesi gibi İran’daki kadın meselesinin, yukarıda işaret edilen konulardan muaf olmadığının, bilakis onlarla iç içe geçmiş ve çok katmanlı bir mesele olduğunun altı çizilmelidir. Bundan dolayı Emini’nin ölümünü farklı açılardan değerlendirmek mümkündür. Ancak kadın konusunun bilinçli stratejik kullanımı, kadın hakları meselesini mutlak anlamda ideolojik ve hassas bir alanın parçası hâline getirmektedir. Bu sayede kadın konusu; devlet içerisindeki muhalif kesim tarafından mevcut iktidarı zayıflatmak, ulusal hükûmetlerce -kabaca- iç/dış politik kaygılar ve menfaat, egemen güçler tarafından (özellikle ABD) hegemonyanın devam ettirilmesi ve emperyal emellerin tahkim edilmesi/sürdürülmesi gibi amaçlar için araçsallaştırılmıştır. İranlı kadınlar da aralarındaki dayanışma yollarını daraltan bu yerel ve uluslararası zeminde, kendi bedenleri üzerinde söz hakkına sahip olmak için etkili biçimler inşa etmekte zorlanmaktadır. Bu yazı, İran’daki kadın hareketinin 1979 Devrimi’nden bu yana devam eden ve özellikle 11 Eylül sonrası George W. Bush yönetimi tarafından benimsenen Küresel Teröre Karşı Savaş (Global War on Terror) siyasetiyle şiddetlenen ABD-İran arasındaki gerilimden neden ve nasıl olumsuz etkilendiğini ortaya koymaya çalışmıştır. 

ABD-İran ilişkilerinin İran’daki kadın hareketleri üzerindeki etkisini anlamak için hem Pehlevi Dönemi hem de İslam Cumhuriyeti Dönemi’ndeki devlet inşa sürecinde kadının yerinin/rolünün nasıl şekillendiğine ışık tutmak gerekmektedir. Üçüncü dünya ülkelerindeki modern ulus devlet inşası projesi döneminin alametifarikalarından biri olarak karşımıza çıkan kadınlar; modernizm, ilerleme, medeniyet ve yurttaşlık kavramlarının merkezinde yer almıştır. Bu bağlamda Şah Rıza Pehlevi, kendi döneminde (1925-1941) ulusal kalkınma hedeflerini gerçekleştirebileceği (modern ve merkezî bürokrasinin geliştirilmesi, ulusal birlik ve bütünlüğün sağlanması gibi) devlet inşası projesinde kadınlara özel bir yer vermiştir. Şah Rıza’nın iktidarı, askerî temelli bir monarşiye dayalı da olsa onun hayalindeki bu modern devlet modeli nihayetinde bir Avrupa devletiydi. Bu yüzden devleti oluşturan ögeler “geri kalmışlığın” izleri olarak görünen her şeyin (başörtüsü gibi) bertaraf edilmesi gerekiyordu. Bu çizgide ilerleyen İranlı kadınları doğrudan etkileyen reformlar, iki başlıkta kabaca şöyle sıralanabilir: kadınların örtünmesinin yasaklanması ile eğitim ve iş hayatına katılımlarının desteklenmesi. Orta Doğu’da kadın ve toplumsal cinsiyet üzerine çalışmalarda bulunan akademisyen Prof. Dr. Deniz Kandiyoti’nin de vurguladığı gibi bu reformlar “otoriter ve güdücü” rejimler tarafından “kadınların özerkliğini artırmak için değil, onları ulusal kalkınma hedeflerine daha etkin bir biçimde katmak” için desteklenmiştir. Bu tür feminizm, literatürde devletçi feminizm olarak anılmaktadır. 1941 yılında başlayan İkinci Pehlevi Dönemi’nde Şah Rıza’nın oğlu Şah Muhammed Rıza da aynı modernleşme ve siyasi baskı modelini sürdürmüştür. Her ikisinin döneminde de kadınların aile içindeki konumunu iyileştirecek reformlar sınırlı kalırken yurttaşlık/sivil haklarla ilgili reformlar üzerinde durulmuştur. Kısaca, Batı fetişizmine düşülerek modernliğin sadece görüntüsüne önem verilen bu dönemde İranlı kadınlar; medeniyet, modernite ve ulusal ilerlemenin simgelerinden biri olarak şekillendirilmiştir. 

1979 Devrimi’yle birlikte kadın meselesine İslam ve emperyalizm karşıtlığı kavramlarının ezici bir baskınlıkla dâhil olması, kadın hareketini radikal bir biçimde dönüştürmüştür. Şii İslam düşüncesinin özellikle Devrim’den önceki yıllarda kadın meselesi üzerindeki görüşlerinin kadınlar tarafından kabul görmesinin arkasında iki sebep zikredilebilir. Birincisi, Pehlevi Dönemi’nde zayıf düşen fakat çeşitli gerekçelerden dolayı tamamen sönümlenmemiş Şii ruhban sınıfının, mali ve örgütsel özelliklerini koruyarak özellikle 1970’lerde ciddi bir Şah karşıtı modern siyasi grup olarak yükselişidir. İkincisi ise Şii İslam’ın yaratmaya çalıştığı Batı karşıtı, özgün ve yerel kadın modelinin özgürlük ve eşitlik vadetmesidir. Bu durumun, devletçi feminizm tarafından susturulmuş bağımsız kadın siyasi örgütlenmesi hareketine geniş bir alan açtığı düşünülmüştü. Ancak Devrim sonrası İran'da İslamlaşma süreci kadınlar için çelişkili sonuçlar üretmiştir. Devrimci yeni devlet; bir yandan zorunlu örtünme (tesettür), kadınların belirli meslek ve eğitim alanlarından dışlanması, Ailenin Korunması Yasası’nın feshedilmesi politikalarını hayata geçirmiştir. Diğer yandan “anneler” ve “yurttaşlar” olarak tanımladığı kadınlara, yeni kurulan İslami devletin gelişmesinde aktif ve kritik bir rol atfetmiştir. Bunun sonucunda İranlı kadınların politik, ekonomik ve sosyal hayata katılımı desteklenmiştir. 1960’lara kadar kadınların toplumsal hayata katılımı ve eğitim hakkının karşısında duran Şii ruhban sınıfının da bu yeniliklerin karşısında değil, yanında yer almaya başladığı görülür. Bu hadise, İran’da İslam’ın devlet eliyle nasıl şekillendiğini ve Şii din adamlarının, kadınların konumundaki değişikliğe ancak ulusal çıkarlara uygun olduğu sürece göz yumacağı fikrini ortaya koymaktadır. Görüldüğü gibi Ayetullah Humeyni, tıpkı Şah Rıza gibi ortaya çıkmakta olan yeni iktidar biçimini meşrulaştırmak ve desteklemek için kadın meselesini araçsallaştırmıştır. Diğer bir benzerlikse İslam Cumhuriyeti de Pehlevi Hanedanlığı Dönemi’ndeki gibi kadın hareketini içerik, gidişat ve gelişim anlamında tekeline alarak bağımsız feminizm hareketlerini aktif bir şekilde engellemiş ya da onları bölücülükle suçlamıştır. 

Yukarıda işlendiği üzere İranlı kadınların kimliğinin, Pehlevi Dönemi’nde devlet eliyle Batı’nın yanında, İslam Cumhuriyeti Dönemi’nde ise yine devlet eliyle Batı’nın tam karşısında konumlandırılması; Batı’nın İran’daki kadın meselesindeki başlıca rolünü teyitler niteliktedir. Kadınlar; Pehlevi Dönemi’nde, devletin Batı egemenliğindeki sisteme eklemlenmesinde araç olarak görülmüştür. İslam Cumhuriyeti’nde ise Batı’nın emperyalizmine ve Batı taklitçiliği yapılan Pehlevi Dönemi’ne karşı tepkisel ve kültürel direnişin simgesi olarak resmedilmiştir. Bu yüzden İranlı kadınlar, İranlı yönetici elitler için Batı’ya karşı korunması gereken bir alanı temsil eder. Emini’nin ölümü gibi çoğunlukla sansasyonel olaylara odaklanan ve yerel denklemi anlamakta zorluk çeken Batılı aktörler, Devrim’den bu yana düzenli savaş söylemleri, emperyalizmin ayrılmaz bir parçası olan ekonomik yaptırımlar ile İran Devleti’ni şeytanlaştırarak bizzat bu denklemi sürdürülebilir kılmaktadır. Zehra Sameh’in de altını çizdiği gibi Batı ayrıca bu yolla İran halkını fiilî kolonyal özne olarak inşa ettiğinin farkında değildir. Bugün İran İslam Cumhuriyeti’nin yönetici elitleri, bu düşünce silsilesinin bir sonucu olarak kadın meselesine dair Batı’dan gelen ihtiyatsız açıklamalar ve benimsenen politikaları, İslami devletin bütünlüğüne karşı bir saldırı olarak algılar. Bunun sonucunda İran hükûmetinin sivil toplum hareketlerine karşı daha sert bir güvenlik yaklaşımı benimsediği tarihsel olarak da kanıtlanmıştır. Eski ABD Başkanı Bush’un 2001’den 2009’a kadar İran’a karşı savaş retoriğini, tecrit ve yaptırım politikasını benimsediği yılların, İran içindeki reformcu siyasiler ve aktivistlere karşı baskının arttığı yıllara denk geldiğini görmek mümkündür. Bu dönemde, görece açıklık ve reform dönemi olan Muhammed Hatemi yönetimi süresince elde edilen kazanımlarının altının oyulduğu söylenebilir. Bir diğer ABD Başkanı Barack Obama tarafından Mart 2013’te ABD-İran arasında şahsen başlatılan diplomasinin, aynı yıl İran’da ılımlı kanattan Hasan Ruhani’nin cumhurbaşkanı seçilmesine denk geldiği görülebilir. Son olarak 2017 yılında ABD başkanı olarak seçilen Cumhuriyetçi Partiden Donald Trump, Bush gibi şahin tutumuyla İran’daki güvenlikçi yaklaşımı ve antiemperyalist söylemi güçlendirmiştir. Bu kırılgan ve kaygan uluslararası ilişkiler ortamında İranlı kadınlar, emperyalist güçlere müdahale alanı yaratmadan devletin baskıcı politikalarına karşı koyabilecekleri ve feminist politikalarını dile getirebilecekleri alan yaratmak için mücadelelerinde zorlanmaktadır.